Paylaş
Belli ki ırkçılık ile kontrolsüz polis gücü bir araya gelmiş.
Umuyorum ki Dışişleri yetkilileri Almanya’da işlenen bu suçu takip ederler ve ırkçı polislerin cezalandırılmalarını sağlarlar.
Bu olay üzerine Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ bir tweet atmış.
“Almanya Köln Havalimanı’nda vatandaşımıza
uygulanan polis şiddetini kınıyorum. Alman yetkililerin bu konuda yapacaklarının yakın takipçisiyiz” diyor.
Bir vatandaşımız ağır şekilde yaralanmamış olsa Bozdağ’ın bu sözlerine gülerdim ama mesele şakayı kaldırmayacak kadar ciddi.
Belli ki Bozdağ’da “dahili körlük” var, tedavisi var mıdır bilemeyeceğim.
Ülke dışında cereyan eden polis şiddetinin farkına varıyor, bunu şiddetle kınıyor ama ülke içindeki polis şiddeti mağdurları ile ilgili tek kelime ettiğini duymadık.
Birçok örnek var ama bugün bir tanesini hatırlatayım.
Okmeydanı’ndaki evinden ekmek almak için dışarı çıktığı sırada polisin attığı biber gazı kapsülüyle başından vurulan ve beyin kanaması geçiren 14 yaşındaki B.E., 59 gündür yoğun bakımda, solunum cihazına bağlı olarak yaşam mücadelesi veriyor.
B.E.’nin hedef gözetilerek vurulduğu çok açık. Gaz fişeği ile kafasından vurulan onlarca kişiden biri, bir çocuk.
Onu vuran polisi de, ona ateş etme emrini veren amirini de bulmak aslında çocuk oyuncağı.
Ama bulunamıyorlar nedense!
Ailenin bu duruma dikkat çekmek için yapmak istediği basın toplantısı bile polis tarafından basıldı!
Bekir Bozdağ, ciddiye alınmak istiyorsa, Almanya’daki polis şiddetini kınadığı gibi, Türkiye’dekini de kınasın.
Alman polis müdürü çıkıp “Sen kendine bak” diye bir tweet atarsa, diyecek söz bulamaz çünkü.
Adana polisi de destan yazdı!
BAYRAM sırasında gazetelerde küçük ve önemsiz bir haber gibi verildi, ama bu ülkenin nereye gitmekte olduğunu gösteren önemli bir örnektir bence.
Bayram nedeniyle Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi Adana’da da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Bugün Bayram Birlik Olalım” yazılı afişlerinden asılmış.
İkisi 16 yaşında, biri
14 yaşında üç çocuk da sokakta dolanırken bu afişlerden 50 tanesini yırtmışlar.
Bir oyun olduğu çok açık, çünkü çocuklardan biri AKP il yöneticilerinden birinin oğlu!
Adana polisi de bu vesileyle bir “destan yazma fırsatını” kaçırmamış tabii.
Emniyet Müdürü harekete geçmiş, polisler seferber edilmiş, MOBESE kameralarından “afiş katillerinin” kimlikleri tespit edilmiş. Yunus timleri bölgeye gönderilmiş ve “başarılı bir operasyon ile” üç çocuk gözaltına alınmış!
Daha sonra da üç çocuk “Başbakan’a hakaret, kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret” suçlarından adliyeye sevk edilmişler.
Bu nasıl bir gözaltı ve adliyeye sevk gerekçesi olabilmiş, anlamak kolay değil. Savcı, polisleri azarlayıp, geri gönderememiş tabii!
Başbakan’ın deyişiyle “Ayaklar baş oldu” biliyorsunuz.
Artık polis fezlekesi iddianame, iddianame de gerekçeli karar oluyor, savcıların polislere bir şey söylemesi o kadar kolay değil yani!
Belli ki Başbakan’ı putlaştırmak yolunda hızla ilerleniyor.
Asıl, çocukları gözaltına alarak özgürlüklerini kısıtlayanları, o emri verenleri mahkemeye göndermek gerek!
Terörle mücadele ve basın özgürlüğü
Milliyet muhabiri Esra Alus, Ergenekon davasına bakan mahkemenin yedek üyeleriyle konuştu ve yedek yargıçların mahkemenin karar toplantısına katıldıkları ortaya çıktı.
Bununla ilgili ilginç bir hukuk tartışması başladı hemen. Mahkemenin asıl üyeleri dışındakilerin karar görüşmesinde bulunmalarının usul açısından kararı sakatladığı ileri sürülüyor. Hatta kararın “yok hükmünde sayılması gerektiğini” söyleyenler de var.
Yargıtay ve HSYK bu durumu değerlendirecektir, benim dikkat çekmek istediğim konu bu haber vesilesiyle ortaya çıkan basın özgürlüğü sorunu ile ilgili.
Söz konusu yedek üyelerden biri Milliyet’in okur temsilcisine başvurmuş.
“Ben röportaj yapmadım. Sizin samimi sorularınıza cevap verdim. Haberin veriliş şekli yanlış! TMK’ya göre beni hedef gösterdiniz” diyor.
İşin içine Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) “terör ile mücadelede görev alanların korunması” hükümleri girince, bir gazetecinin titremesinde yarar vardır!
Hem hapse atarlar hem de “Yok canım o gazeteci değil, terör suçlusu” diye üzerinde tepinirler.
Muhabir Esra Alus şöyle savunmuş kendisini:
“Evet, hâkimlere sorular yönelttim ve onlar da bu sorulara yanıt verdi. Aramızda ahbaplık seviyesinde bir tanışıklık da olmadığından hâkimlerin kendilerini arayan bir gazetecinin söylediklerini haber yapılmadan kendisine saklayacağını düşünmesi mümkün mü?
Keza Ergenekon davası sanıkları arasında bulunan gazetecileri bizzat yaptıkları görüşmelerde aldıkları notlar kapsamında haber yapmadığı için çapraz sorguya tabi tutmuş olan bir mahkeme hâkiminin TMK çerçevesinde kendilerini hedef gösterdiğim iddiası yerinde değildir, üzüntü vericidir”.
Ben de şunu ekleyeyim:
Söz konusu yargıcın kimliğinin bilinmesi için gazetede haber olması gerekmiyordu. “Terör örgütü üyelerinin” yargılandığı bir davada kürsüye çıktı, zaten kim olduğu biliniyor.
Ayrıca kanuna göre “yüz ve kimlik değiştirme hakkına” da sahip sanıyorum. Eğer böyle bir endişesi varsa bir gazeteciyi tehdit etmek yerine kanunun kendisine sağladığı olanaklardan yararlanması daha doğru olmaz mıydı?
Paylaş