Paylaş
“Hakemlere bağırıp çağırmak... Bunlar doğru davranışlar değil” dedi.
“Birlik ve beraberliği koruyun” diye ekledi.
“Yöneticiler bundan böyle demeçlerine çok dikkat etmeliler. Başkanlar büyük kitlelere hâkim, bu bakımdan demeçleri çok önemli” diye dikkat çekti.
“Bugünkü gibi davranışlar bizim zamanımızda yoktu. Maçtan sonra hakeme teşekkür eder, birbirimize sarılırdık” diye tamamladı.
Tabii futbolcular genç çocuklar, karşılarında Cumhurbaşkanı’nı görünce heyecanlanmışlardır.
Ayrıca kravat takmaktan da pek hoşlanmadıklarını biliyoruz, o heyecanla bu sıkıntı bir araya gelince dikkatleri dağılmıştır.
Onun için Cumhurbaşkanı’nın söylediklerini örneklerle açalım ki bu güzel fikirler hafızalarına kazınsın!
Diyelim ki hakem taç atışını yanlışlıkla karşı takıma verdi. Gözlerinizi açarak üstüne yürümeyeceksiniz, “Eyyy hakem! Gözüne gözlük” diye bağırmayacaksınız.
Diyelim ki arkadaşınıza pas attınız ama hakeme çarptı ve top rakibe gitti.
Sinirlenmeyeceksiniz, “Düdüğü bırak, formanı giy de gel” demeyeceksiniz.
Maç bittikten sonra, maçta olan maçta kalacak. Sakın ola ki “Sen maçta farklı renkte forma giydin, bizden değilsin” gibi sözler sarf etmeyin. “Taraftarı zor tutuyorum” demeyin. Birbirinize sarılın, unutmayın hepiniz aynı futbolcu milletindensiniz.
Yöneticiler demeçlerine dikkat edecekler.
Her gün meydanlara filan çıkıp rakip takım liderlerine veryansın etmeyecekler. Mesela Fikret Orman, Aziz Yıldırım’a “Yıldırım olsan ne kadar yer yakarsın” gibi sözler söylemeyecek, o da ona “Senin yüzünden ağaçları göremiyorum” demeyecek.
Cumhurbaşkanı’nın dediklerini yapacaksınız, yaptıklarını ise asla!
Hani sivilleşiyorduk?
BUNCA yıllık AKP iktidarı boyunca en çok durduğumuz sözlerden biri de “sivilleşme” oldu.
“Sivilleşiyoruz” dediler ama bundan tek anladıkları üniformalıların kendi görev alanlarına çekilmesinden ibaret kaldı.
Bu köşede kaç kere yazdım, hatırlamama olanak yok.
Sivilleşme dediğimiz şey sadece bundan ibaret değildir.
Sivilleşme, kamu yönetiminin hesap verebilmesi ve şeffaflığı ile de ilgilidir.
Kamu yönetimi halka hesap vermeli ki, gerçek bir sivil yönetimden söz edebilelim.
Ama biliyorsunuz bu iktidar, sivil toplum kuruluşlarının hesap sormasından da hazzetmiyor, şeffaflıktan da.
Soma’da 301 madenci öldü.
Yargılama başladı ve yargılananlar arasında bir tane kamu görevlisi yok. Çünkü hükümet buna izin vermiyor.
Görevlerini ihmal eden, belki suiistimal ettikleri için yapılan hatalı işlere göz yuman kamu görevlilerinin, müfettişlerin, müdürlerin, onları oraya tayin eden siyasi sorumluların hiçbiri hesap vermiyor.
Çaycuma’da 2012 yılında yıkıldığı için 15 kişinin ölümüne neden olan köprü ile ilgili soruşturma da 3 yıl aradan sonra kapatıldı.
Çaycuma savcılığı, bilirkişi raporuna göre olayda kusurları bulunmasına rağmen Çaycuma Belediyesi, Karayolları 15’inci Bölge Müdürlüğü ve Devlet Su İşleri (DSİ) Şube Müdürlüğü görevlileri hakkında işlem yapılmasına yer olmadığına karar verdi.
Çünkü o görevlilerin soruşturulması için gerekli izin de verilmedi.
Devlet görevlilerinin hesap vermediği, hatalarından dolayı yargılanamadıkları bir ülkenin sivilleştiğinden söz edilemez.
Ceberut devlet ile sivilleşme bir arada olamayacak iki şeydir.
Yüzyılın en büyük casusluk vakası
17 Aralık soruşturmasını yürüten 29 polis için gözaltı kararı verildi. Polisler “casusluk ve darbeye teşebbüs” ile suçlanıyorlar.
Casusluk konusunda oldukça mahir olduklarını zaten öğrenmiştik.
Bakanların çocuklarının evlerine girdiler, boyum büyüklüğündeki çelik kasaları odaya yerleştirdiler, içine paraları doldurdular ve ev sahipleri bile bunu anlamadı.
Hele o Halkbank Genel Müdürü yok mu? Adamcağızın evine girip ayakkabı kutularıyla dolarları, Euro’ları istiflediler, hatta banyosundaki liflerin içine kadar para koydular. Düşünün adam duş alırken bile o liflerin içinde para olduğunu anlamadı!
Böyle casuslar, emin olun CIA’de bile yok, KGB desen hiç beceremez!
Bununla da kalmadılar. Bakanın birine giden elbise torbalarına, ayakkabı kutularına, çikolata tepsilerine paraları doldurdular, kimsenin ruhu duymadı. Zavallı bakan Bakara–makara derken, arada kaynadı gitti! Torbalardan çıkan paraları, “Herhalde düşürmüş olmalıyım” diye kendisinin zannedip harcadı tabii.
Hele o saat numarası yok mu!
Şeytanın aklına gelmezdi vallahi. Sen taa İsviçrelerden saati getirt, götür bakanın evine teslim et, sonra da “Vaaay, sen saat aldın” diye suçla!
Olacak iş mi canım?
Ama beni en çok etkileyen şey, memleketin yöneticisinin evine doldurdukları paralardı. O güne kadar ev sakinlerinden hiçbiri bunu fark edememişti.
Bir oda dolusu parayı üzerine “görünmezlik ilacı” sıkarak kamufle ettiler.
Bu ilaç biliyorsunuz, casusların en çok kullandığı ilaçtır!
Sonra ilacın etkisi geçince para ortaya çıktı. Ev sakinleri paraları nasıl sıfırlayacaklarını bilemedi, sabahtan akşama taşıdılar, yine de evde 30 milyon Euro kaldı!
Çok merak ediyorum bu yargılama sürecini.
Acaba bu gizli sırlarını açıklayacaklar mı?
O paralar oralara nasıl sokuldu, zavallı bakanlara ve çocuklarına tuzaklar nasıl kuruldu, anlatacaklar mı?
Hele o telefon kayıtları!
Harf harf montajladılar hepsini.
Şimdi savcı bey, mahkemede, bunların nasıl montajlandığını bilimsel raporlarla kanıtlayınca şapa oturacaklar tabii!
Paylaş