Paylaş
Adalet Bakanlığı, bu “gecikmenin” kendisinden kaynaklanmadığını, bakanlığın görevinin karşılıklı yazışmaları iletmekten ibaret olduğunu ve bunu da vakit geçirmeksizin yaptığını söylüyor.
Demek ki yazıların gidip gelmesi, bunların tercümeleri filan derken soruşturma uzadıkça uzamış.
Bu suç, Almanya’daki mahkemede sanıkların verdiği ifadeler ve o ifadelerde adı geçen kişiler ile ilgili kayıtlar, belgeler ve o kişilerin ifadeleri ile de soruşturulabilirdi.
Türk savcıların, mahkemede ifade vermiş ve mahkûm olmuş sanıklardan yeni öğrenecekleri neler vardı, onu dava açılınca öğreneceğiz. Bakalım, Alman dedektiflerin ve savcıların sormayı akıl edemedikleri ne sorular varmış, göreceğiz.
İşin bu kadar uzamış olması, hepsi sokakta serbestçe dolaşan olası suçluların işine yaramış olmalı.
Her türlü delili toplanmış, iddianamesi yazılarak davası açılmış suçlamalarda bile “deliller karartılmasın” diyerek tutukluluk halini yıllarca devam ettiren Türk adli sisteminin bunca süre delillerin nasıl olup da karartılamayacağına karar verdiği de ayrı bir merak konusu olmalı.
Gerçek şu: Bu davada sanki görünmez bir el var ve işi uzattıkça uzatarak zanlıların işlerini yoluna koymasını bekliyor!
Savcılığın işi bilerek ağırdan aldığını düşünmek bile istemem, böylesinin mümkün olamayacağını düşünürüm.
Ama Almanya’daki bir mahkemede her şeyiyle ortaya konmuş bir davanın nasıl olup da bu kadar uzayabildiğini de “görünmeyen el”den başka bir şeyle izah edemiyorum.
O duvarınız, ‘paraya’ vız gelir!
YUNANİSTAN, kaçak göçmen sorunuyla mücadele için Türkiye ile olan sınırına uzunluğu 12,5 kilometre olan bir duvar yapmaya karar vermiş.
Yunanistan’ın açıklamasına göre 2010 yılında Türkiye’den gelerek Yunanistan’a geçen kaçak göçmen sayısı 31 bin 219 kişi .
Yunanistan’ın yaptığı şeye “duvar” demek ne kadar mümkün bilemiyorum. Ege Denizi’nin ortasına bir duvar çekilene kadar bu yaptıkları ne işe yarar, onu da bilemiyorum.
Ancak bu olay ortaya koyuyor ki Türkiye’nin sınırları da “delik deşik”!
Kuzey Irak ve İran ile olan sınırlarımızı iyi koruyamadığımızı biliyorduk. Ama şimdi bir kez daha ortaya çıkıyor ki öbür sınırlarımızın hali de pek parlak değil.
Bu göçmenlerin önemli bölümü Kuzey ve Orta Afrika, Irak, Pakistan, Bangladeş gibi yerlerden geliyor. Asya ve Pasifik’in daha uzak ülkelerinden gelenlere de rastlanıyor.
Renkleri farklı, dilleri farklı bu insanlar, göçmen tacirlerinin elinde gruplar halinde Türkiye’ye geliyorlar ve yine gruplar halinde sınırı geçebiliyorlar.
Bu işte muazzam bir para dönüyor ve o paranın bir bölümü, kaçak insan ticaretine göz yummaları karşılığı güvenlik görevlilerine de dağıtılıyor olmalı.
Bunu kafadan uydurmuyorum. Herkesin kolayca varabileceği bir sonuç. Daha önce Yunanistan’a geçmeye çalışırken bir teknede sağ olarak ele geçirilebilen göçmenlerin ifadelerinden bunu anlamak zor değil. Bir kamyon insan bir Ege kasabasına getiriliyor, orada on on beş gün bekliyor, sonra bir tekneye doldurulup yola çıkarılıyorlar.
Dediğim gibi renkleri farklı, dilleri farklı bu insanların kimseye görünmeden o kadar zamanı Türkiye’de geçirmeleri mümkün mü?
Bir sınırdan girip ötekinden çıkana kadar neresinden baksanız bir aya yakın zaman geçiyor olmalı.
Bu tabloya bakıp Türkiye’nin, kaçak insan ticaretini önlemek için üzerine düşeni yaptığını söyleyebilir miyiz?
Bağımsız yargıya ‘son veda’!
AKP hükümeti işin kolayını buldu. Beğenmediği mahkeme kararlarının ardından kanun çıkararak dolanma yolunu açtı, o yolda da dur durak bilmeden yürüyor.
Şimdi de yargıç ve savcı sınavlarının mülakat bölümlerinin videoya kaydı yasaklanıyor.
Mülakatta kendisine haksızlık yapıldığını ileri süren bir adayın açtığı davada Danıştay, mülakatların kayda alınması kararını vermişti, artık bu yapılmayacak.
Böylece yazılı sınavı geçenlerin içinden istedikleri türden yargıç ve savcıyı mülakatta “başarılı” sayacaklar, diğerleri “başarısız” olacak!
Yargıyı tümüyle ele geçirmek için HSYK değişikliğinden sonra atılmış bir son adım bu.
Artık cemaatlerin tavsiye mektubu elinde olan, badem bıyıklı arkadaşlar yargıç-savcı olabilecekler, böyle referansları olmayanlar sınavı kaybedecekler.
Bakanlık, mülakatların videoya kaydedilmesini “bireysel haklara saldırı” olarak değerlendiriyor. Kişilik hakları ile ilgili bir durummuş bu! “Özel yaşamın gizliliğini ihlal” ediyormuş!
Ama aynı bakanlık yargıç ve savcıların özel hayatlarını fişlemeyi de “kanuna uygun” buluyor.
İçki alışkanlığı var mı, kumar oynar mı gibi tutumlar fişlenebiliyor.
Bu arkadaşların “içki alışkanlığı” denince ne anladıklarını biliyoruz. Bir akşam yemeğinde arkadaşlarınızla iki kadeh şarap içerken görülene bile alkolik muamelesi yaptıklarını, piyango bileti alanı “kumarbaz” diye yaftaladıklarını da!
Böylece sistem kurulmuş bulunuyor: HSYK’yı istedikleri gibi düzenlediler. Yargıç ve savcı alımlarında canları kimi isterse onu alacaklar. Şu anda görevde olan beğenmedikleri savcı ve yargıçları da fişleyerek, sindirecekler ya da işten atacaklar.
“Dikensiz gül bahçesi” dedikleri bu olsa gerek!
Paylaş