Paylaş
İhale şartnamesine göre, üretilecek mühürler, 10’ar binlik paketler halinde ilçelere teslim edilecekti. Hangi ilçeye ne kadar teslim edileceğine ilişkin bir döküm de şartnamede yer alıyordu.
Ama buna rağmen, referandumda birçok yerde üzerinde “Evet” yazılı mühürler de kullanıldı.
Bunun seçmende yaratacağı kafa karışıklığını bir kenara bırakıyorum.
Ama bu tablo bize şunu söylüyor: “Tercih” yazılı mühürlerin bir bölümü, sandık kurullarında değil, başkalarının elindeydi.
Öte yandan, YSK bir önceki seçimde milyonlarca adet fazla pusula bastırmış, bu AGİT’in seçimler ile ilgili raporunda da yer almıştı.
Referandum için kaç adet fazla pusula bastırıldığını da bilmiyoruz, çünkü YSK artık doğrudan ihaleyle de işi istediği şirkete verebiliyor ve ihale sonucu da açıklanmıyor.
Geçen seçimlerde olduğu gibi fazla pusula basıldığını tahmin etmek de zor değil.
Bu fazla pusulalardan bir bölümünün, bir şekilde üzerinde “Tercih” yazılı mühürlere sahip olan kişilerin eline geçmediğinin garantisi de yok.
Böyle bir sahtekârlığı önleyecek mekanizma kanun ile kurulmuştu. Üzerinde sandık kurulunun damgası bulunmayan pusulalar ve zarflar geçersiz sayılacaktı.
Ama YSK, bir yetki aşımıyla kendisini kanun koyucu yerine koyup, kanunda açıkça yazılı olan bu kuralı, bir genelgeyle kaldırdı.
Şimdi referandumu şaibeli kılan da budur.
Üzerinde sandık kurulunun damgasını taşımayan zarfların ve oy pusulalarının sayısını bilmiyoruz.
Bunu biliyor olsaydık, evet ile hayır oyları arasındaki farka bakıp, bu durumun referandum sonucunu etkileyip etkilemeyeceğini de bilebilirdik.
Şimdi YSK’ya düşen görev bu sayıyı açıklamaktır.
Gerekirse bütün oyları yeniden sayıp, bu durumdaki oyların sayısını YSK açıklamalıdır.
Aksi takdirde bu tartışma, YSK kesin sonucu açıkladıktan sonra da sürer gider ve kuşku büyür.
YSK, seçimlerin eşit ve adil şartlarda gerçekleşmesini sağlamak için bir çaba göstermeyerek görevinin önemli bölümünü yerine getirmemişken bir de sayım ile ilgili kuşku yaratmaktan kaçınmalıdır.
Bu, Türkiye’de seçmen iradesine saygının da bir gereğidir.
PROTESTO HAKKI ENGELLENEMEZ
YSK’nın “Damgasız oy pusulaları da geçerlidir” kararını protesto etmek için yapılan protesto gösterilerine katılan 38 kişi hakkında yakalama kararı verildi.
ÖDP yöneticilerinden Mesut Geçgel de bu karara dayanılarak gözaltına alınanlardan biri.
Hakkındaki suçlama şöyle: “Evet oylarının meşru olmadığı yönünde halkı galeyana getirmek.”
Protesto gösterisi yapmak, bir demokraside herkesin hakkıdır.
Bu gösterinin hangi gerekçeyle yapıldığı da polisi ve savcıları ilgilendirmez. Polisin ya da savcının, protesto gösterisinin konusunu beğenmek ya da beğenmemek gibi bir hakkı yoktur.
AİHM, protesto gösterisinin kısıtlanamayacak bir hak olduğunu kabul ediyor.
Gösterinin ya da toplantının “önceden bildirilmesi” ile ilgili kısıtlamanın da hak ihlali olduğuna yönelik kararları var.
Oya Ataman/Türkiye davasında, önceden bildirim koşuluna uyulmamasının, gösteri ve toplantı özgürlüğünün kullanımına engel oluşturmayacağı karar altına alınmıştı.
O kararda şöyle bir bölüm var: “Göstericiler, şiddet eylemine başvurmadıkları sürece ilgili makamların hoşgörü göstermeleri gerekir. Aksi takdirde toplantı hakkının özü ortadan kaldırılmış olur.”
Üstelik Anayasa’da “Herkes önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” diye yazılı.
Olağanüstü Hal’in bizi getirdiği yer, demokrasi dışında, temel insan haklarının çiğnendiği bir nokta oldu.
SAVCI ASLINDA BERAAT İSTEMİŞ
BARBAROS Şansal’a, yılbaşında sosyal medyada paylaştığı bir videodaki sözler için “Türk milletini ve Türkiye Cumhuriyeti devletini alenen aşağılama” suçlamasıyla dava açıldı.
Şansal’ın 6 aydan 2 yıla kadar hapsi isteniyor.
İddianamede, AİHM kararına da atıf var, şöyle diyor: “(Düşünce ve ifade özgürlüğü) Sadece toplumda beğenilen, kabul gören, zararsız veya kayıtsızlık içeren bilgiler ve fikirler için değil; kırıcı, şok edici veya rahatsız edecek olanlar için de geçerli sayılması ve bunun demokratik toplumun olmazsa olmaz unsurlarından olan çok seslilik, tolerans ve hoşgörünün gereği olduğunun vurgulandığı...”
Savcı, bu kararı hatırlattıktan sonra Şansal’ın sözlerinin “bu kapsamda değerlendirilmemesi gerektiğini” talep ediyor.
Bana kalırsa, savcı esasen Şansal’ın beraatını istemiş.
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin taraflarından biri ve AİHM yetkisini kabul ediyor. Bunlar uyulması zorunlu üst hukuk kuralları.
Ancak belli ki “dönemin ruhundan” çekinmiş, hem Şansal’ın neden beraat etmesi gerektiğini AİHM kararlarına atıf yaparak satır arasında söylüyor, hem de mahkûmiyet istiyor.
Türkiye’de, yargının düşürüldüğü duruma bakar mısınız?
Paylaş