Paylaş
Başlıktaki tekerlemeyi, Burhanettin Akbaş’ın ‘Bünyan ve Yöresi Halk Edebiyatı, Folklor ve Etnografyası’ isimli araştırmasından aldım. Ama gelin görün ki Bünyanlı hanımlar ‘yağa, bala’ fit olurken, beş parmağın beşi bir değil!
Bu tekerlemeyi hatırlamama, bizim gazetede okuduğum bir söyleşi neden oldu. Kelebek’te, Tülay Demir Oktay’ın sorularını yanıtlayan Deniz Akkaya şöyle konuştu: “Adriana Lima bile ‘Artık çıplak poz vermeyeceğim’ diye açıklama yapıyor. Bir Türk eli değdi mi ayar bozuluyor! Kadın gitti, bir Türk eli değdirdi, ayarını bozdurdu. Böyle devam ederse Adriana’nın sonu olacak!”
* * *
Arkadaşımız Tülay Hanım’ın köşesinin adı ‘Yetenek Analizi’. Bu bir ‘ironi’ mi bilemiyorum. Deniz Hanım belli ki ‘erkeklerin ayarını bozduğu kadınlar’ hakkında uzman görüşüne sahip! Türk erkeklerinin elleri bir kadına değerse ‘ayar’ bozuluyor! Bu; altın, gümüş gibi ‘ayarı’ somut olarak ölçülebilir bir şeye tekabül etmiyor olmalı. Ama hissedebiliyoruz ki ‘yetenekler’ bu konuda konuşabiliyor!
Mesela Charlize Theron! Diyelim ki 24 ayar ve hayatımızın mutlu bir tesadüfü olarak tanışıp ‘date ettik’, sabah bir uyanıyor ki 18 ayar olmuş!
‘Irkçı koku’ alıyorum
Ayar neden düşüyor? Onu da Deniz Hanım’ın tespitlerinden çıkarabiliyoruz: Türk eli değmiş çünkü! Ki bu, verdiğim örnekte benim elim oluyor. Acaba hiç yıkamasam mı diye düşünmeden de edemiyorum!
Aslında böyle durumlarda kullanabileceğimiz daha uygun kelimeler var güzel Türkçemizde. ‘Mundar etmek’ desek daha iyi olmaz mı? Cümle içinde kullanıyoruz: “Bir Türk’ün eli değince, Adriana mundar oldu!”
Neyse; ayarın düştüğünü nereden anlıyoruz? Canımın içi, ciğerimin köşesi Charlize Hanım sabah uyanınca menajerini arıyor ve diyor ki: “Artık öpüşmem, soyunmam, Charlize Sultan kuralları koyuyorum bla bla!”
Menajer Mr. Brown, “Heyyy, C! Sakin ol adamım. Nereden çıktı şimdi bunlar?” diye soruyor. C (biz yakın arkadaşları ona böyle diyoruz, ‘Si’ diye okunuyor) cevabı yapıştırıyor: “Çünkü bana bir Türk eli değdi, artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacak!”
* * *
Bunu söylerken bir araştırmaya dayanmıyorum ama memleketimizin eğitimli, kentli genç kadınlarının böyle bir inancı var: Türk erkeği kaba, kalbimizi anlamıyor vs... Böyle konular açıldığında soruyorum: Size uygun millet hangisi acaba?
İtalyan diyen var, Fransız diyen var, İsveçli diyene de rastladım. Ama Çinli, Tay, Hindu, Paki, Tacik, Peştun, Rus, Arap, Ugandalı diyene hiç rastlamadım! Bu yanıtlardan biraz ‘ırkçı koku’ alıyorum, kusura bakmayın. İtalyan, Fransız diyenlerin de hayatlarında bir İtalyan, Fransız erkeğiyle ‘date’ ettiğini pek sanmıyorum.
Filmlerden öğrenilen...
Bunu filmlerden öğrendiler. İtalyan mı? Marcello Mastroianni gibi yakışıklı, Adriano Celentano gibi esprili, Eros Ramazzotti gibi seksi biri canlanıyor gözünde. Oysa Franco Franchi, Ciccio Ingrassia da İtalyan. Filmleri bizde ‘Yavru ile Kâtip’ diye oynamıştı.
Fransız mı olsun? Alain Delon kadar yakışıklı, Jean-Paul Belmondo gibi karizmatik, Maurice Chevalier gibi romantik birini düşünüyorlar. Fransız diye Louis de Funès ya da Michel Piccoli versem? Olur mu?
Yani diyeceğim ki sevgili hanımlar, klişelere kendinizi kaptırmayın.Dünyayı ‘bileşik kaplar’ gibi düşünün. Birinci kaptaki suyun nitelikleri neyse, 30’uncu kaptaki su da aynıdır.
Ne kadar kibar Türk erkeği varsa, Fransızların sayısı da ondan fazla değildir. Ne kadar eğlenceli İtalyan erkeği varsa, o oranda eğlenceli Türk de bulabilirim size. Arap, Çinli, Koreli deyip geçmeyin: Yakışıklı, karizmatik, eğlenceli erkek sayısı, dünyanın bir köşesinde ne ise, öbür köşesinde de odur. Önemli olan şu: Siz ne aradığınızı biliyor musunuz?
Yoksa ne aradığınızı tam olarak bir türlü tanımlayamadığınız ve bu nedenle yanlış seçimler yaptığınız için mi, biz gariban Türk erkeklerini ‘genelliyor, kategorize ediyorsunuz’?
Kadınlar Fransız erkeklerinin hepsini Alain Delon (solda) kadar yakışıklı mı sanıyor? Louis de Funès versem olur mu?
Rüzgârdaki tüy gibi!
Ortega y Gasset şöyle yazıyor: “Bir kadının sevgisi, tutkulu kadının yaptığı gibi ta içindeki varlığı ilahi biçimde teslim etmesi, belki de ussallıkla ulaşılamayacak tek şeydir. Dişi zihninin çekirdeği, kadın ne kadar zeki olursa olsun, usdışı bir güçle yüklüdür. Erkek ussal yaratıksa, dişi usdışı yaratıktır. İşte bizim bir kadında bulduğumuz en yüce mutluluk budur.”
Evet, ‘La donna è mobile / qual piuma al vento / muta d’accento / e di pensiero.’ Verdi’nin ‘Rigoletto’ operasının bu en şahane aryasını Pavarotti’den dinlemeye doyamam. Ben de fena söylemiyorum ama takdir eden yok maalesef. Acaba Türk erkeği olduğum için mi?
Diyor ki: “Kadınlar değişkendir, rüzgârdaki tüy gibi!” Erkek dediğin de bundan zevk almayı, bu değişkenliğin tadını çıkarmayı bilendir!
* * *
‘Ağır ol da molla desinler’ düsturuyla büyütülmüş erkek çocuklarının bilemediği bir durum bu. Milliyet önemli değil; dünyanın her yerinde erkek çocuklarının çoğunluğu böyle büyütülüyor, kendilerini kadınlara sunulmuş bir nimet gibi görüyorlar.
Oysa kimse, kimseye sunulmak için yaratılmadı! Kimse, kimsenin sahibi değil. Birlikte yaşamak, eğlenmek, gülmek, birlikte üzülüp dertlenmek için yaratıldık. Tadını çıkaralım!
Paylaş