Paylaş
Birleşmiş Milletler Kadının Statüsü Komisyonu’na üye olarak İran da seçilmiş.
Komisyon, kadınlar için cinsel eşitlik sağlama amacına yönelik olarak çalışıyor.
Dana önce aynı komisyonun, teokratik rejimlerde, kadının konumunun “kabul edilemez olduğunu” vurguladığını da hatırlayalım.
“Uluslararası politikada böyle tuhaflıklar da oluyormuş” deyip geçmek mümkün elbette.
Ama meseleye “pozitif yönünden” yaklaşacağım.
Son zamanlarda bana “çok negatifsin” diyenler de böylece bir nebze nefes almış olurlar.
Belki de siyasal İslamcılar artık kadınların eşitliği konusunda olumlu şeyler düşünmeye başlamışlardır.
Baksanıza Başbakan’ın eşi de “kadın hareketi önderi” olarak AB’ye gitti, konuşmalar yaptı.
O kadar başarılı oldu ki, birlikte gittiği kadın grubu aprona kadar inip uçağın kapısında kendisini alkışlayarak karşılamışlar. Emine Hanım da onların bu jestine, onları alkışlayarak vermiş.
Elbette kendisi, alkışçıların yüzlerindeki ifadelerden bunun “yağcılık” için yapılıp yapılmadığını anlayabilecek durumdaydı. Ben bir şey diyemiyorum, orada değildim.
Ama sonuç olarak bunlar “güzel hareketler”. “Olumlu” bakmak gerek.
Belki İslamcılar da günün birinde, kadının toplumsal yaşam içinde serbestçe yer alabilmesinin yüzlerce yıl öncesinin belli örtünme koşullarına bağlı olmasını yanlış bulurlar.
Ancak bu böyle gider sömürü devam eder!
TAKSİM’deki 1 Mayıs kutlamaları ile ilgili iki küçük notum var.
1- Türk İş Başkanı Mustafa Kumlu’ya yönelik saldırıyı kınıyorum. O meydan ciddi bir demokrasi mücadelesinin sonunda özgürleşti ve büyük bir işçi sendikası konfederasyonunun başkanını susturmak, konuşmasını şiddete başvurarak engellemek, o mücadeleye saygısızlıktır.
Tekel işçileri, mücadelelerinde Türk İş tarafından yalnız bırakıldıklarına inanıyorlarsa bunun yolu zorbalıktan değil, demokratik sendika seçiminden geçer. O sendikayı beğenmiyorsanız, yönetimini değiştirmeye de gücünüz yetmiyorsa, hakkınızı savunacağını düşündüğünüz sendikaya geçersiniz.
2- Marş söylemekle iş bitmiyor. Kutlamalar sırasında 1 Mayıs marşının çalınması, sıkça tekrarlanması herkesi derinden etkilemiş. Beni de etkiledi. Ancak Türkiye’de sol hareketin bugünkü durumuna bakınca marşın “Ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez” kısmını eskisi gibi yürekten söyleyemiyorum.
Sonuç olarak bu marş, neresinden baksanız 35-40 yıldır böyle söyleniyor, değişen bir şey yok.
Türkiye sol hareketi küçük grupçuluğu bırakmadıkça; değişen dünyanın ve değişen Türkiye’nin sorunlarına çözüm olacak yeni söylemler geliştirmedikçe; sosyalist teori geçmişte donup kalmış kalıplarını kırıp kendini yenilemedikçe “bu böyle gider, sömürü devam eder”!
Başbakan’ın konuşması ve gerçekler
BEN yurtdışındayken Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, TGRT Haber’de “Ankara’nın Gündemi” isimli programda konuşmuş. Konuşmasına daha sonra hızlı bir göz attım. Başbakan, giderek “gerçeklikten” kopuyor gibi geldi bana. Konuşmasında vurguladığı konularla bizim yaşadıklarımız birbirini pek tutmuyor çünkü.
Buyurun, madde madde bakalım:
1- Başbakan, Venedik Komisyonu’nun önerilerini, Anayasa değişikliği çalışmalarında göz önünde tuttuklarını belirtiyor.
Gerçek: Venedik Komisyonu, birbiriyle ilgisiz değişikliklerin tek paket halinde halka sorulmasını onaylamıyor, ama AKP hepsini tek pakette referanduma götürecek. Venedik Komisyonu, yüzde 10’luk seçim barajını uygun görmüyor, yüzde 3-5’lik bir barajı yeterli görüyor, Başbakan bunu duymazdan geliyor.
2- Başbakan, Anayasa değişikliği taslağının “katkısı olabilecek başta siyasi partiler olmak üzere sivil toplum örgütleri, akademisyenler, medyanın Ankara temsilcileri, İstanbul’daki genel yayın yönetmenleri, yabancı medya temsilcileri ile görüşüldükten sonra 264 milletvekili tarafından önerildiğini” söylüyor.
Gerçek: Bu toplantılar, AKP’nin metni açıklandıktan sonra yapıldı. Tasarının hazırlanmasında kimsenin görüşü alınmadı. “264 milletvekili arkadaş”ın önergeyi hazırlamadığını, daha önceden atılmış imzaların üzerine teklifin yazıldığını da hatırlayalım.
3- Başbakan, değişiklik teklifinin “aslında toplumsal bir sentez” olduğunu, öneriyi CHP getirmiş olsaydı bu kadar gürültü kopmayacağını söylüyor.
Gerçek: Bu nasıl bir “toplumsal sentez” ki Türkiye’yi ortasından ikiye böldü?
Paylaş