KIRŞEHİR’de bir grup lise öğrencisinin "iki ay boyunca her gün okul dışında bir araya gelip parmaklarına iğne batırarak kanlarıyla yaptıkları bayrak" konusu, Türk toplumunun nasıl bir "duygusallık" içinde olduğunu ortaya koyan çarpıcı bir örnek.
İlk bakışta bunu yapanların çocuklar olduğunu düşünüp hoş görmek mümkün.
"Hoş görmek" derken, yapılanın "cezalandırılması gereken bir davranış" olduğu noktasından hareket etmiyorum.
Elbette ortada cezalandırılması gereken bir davranış yok. Ama bu, "yüceltilmesi" gereken bir davranış da değil.
Her şeyden önce ortaya çıkıyor ki, lise yaşına gelmiş gençler, kan yoluyla bulaşabilecek hastalıklar konusunda bilgisiz bırakılmışlar. AIDS gibi, hepatit gibi tehlikeli hastalıkların başlarına ne tür sorunlar çıkarabileceğini bilmiyorlar.
Öte yandan milliyetçi akımların ilk ortaya çıktığı dönemlerde geçerli olan bir anlayışın etkisi altındalar.
Aradan bunca sene geçmiş olmasına rağmen, vatan sevgisini daha hálá "akıtılacak kan ile" tanımlıyor olmalarında sorun var.
Belli ki eğitim sistemimiz onlara bu konuda da yeni fikirleri, milliyetçiliğin yeni yorumlarını aktaramamış, özümsetememiş.
Sadece bu bile eğitim sistemimizin ciddi bir reforma ihtiyaç duyduğunu gösteriyor.
Çocuklarımız, dünyanın nereye gittiğinden, yeni fikirlerden, eski fikirlerin zaman içinde nasıl evrimleşip dönüştüğünden habersiz olarak büyüyorlar.
Bir baba olarak bu çocukların bu denli teşhir edilmiş olmalarından da rahatsız olduğumu söyleyeyim.
Gazetelerde fotoğrafları çıkıyor, onlar üzerinden demeçler veriliyor, yorumlar yapılıyor.
O yaştaki çocukların ne kadar hassas ve etkilenmelere açık olduğu unutuluyor.
Galiba en iyisi bu konuyu artık burada kapamak ve büyükler olarak hataları kendimizde aramak olmalı.
Baykal’ın cebindeki telefon
DENİZ Baykal’ın da artık "kapsama alanına girdiğini", dün Akşam’da Deniz Güçer’in köşesinde okudum.
Baykal, yıllardır cep telefonuna soğuk bakıyor ve kullanmıyormuş.
2 torunuyla birlikte yaşamaya başlayan Baykal’ın fikri değişmiş, sanırım gençlerle yakın temasın getirdiği bir etkileşimin sonucu bu.
Çantasında taşıdığı bir telefon edinmiş, kullanırken biraz zorlandığı da belirtiliyor yazıda.
Bu da ortaya koyuyor ki insanın yaşı ilerledikçe yeni teknolojileri benimseyip kullanması güç.
Blucin giyip sabahları yürüyüş yapmak "genç olmaya" yetmiyor.
Baykal için de zamanın ne kadar acımasız olduğunu gösteren bir durum bu.
Ve sanırım bu aynı zamanda bir işaret de olmalı.
Nüfusunun çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu bir ülkede siyaset yapan bir lider için "bırakma zamanını" gösteren bir işaret bu.
Baykal eğer cep telefonuna "kategorik olarak" karşı çıkmış olsaydı, tutumunu anlayabilirdim.
Gerçi bir kitle partisinin genel başkanı için böyle marjinal davranışları izah etmek de o kadar kolay değil, ama olsun!
Yakında CHP Kurultayı’na gidip oy kullanacak delegeler, hizipçiliği bir kenara bırakıp bir an için düşünsünler.
"CHP’yi 21. yüzyılda yönetecek lider nasıl biri olmalı" diye!
Dört istek şarkısı yolluyorum
POP müzik eleştirmeni Naim Dilmener, bu hafta Babylon’da, Türk Pop Müziği’nin "seçilmiş kitsch şarkılarından" oluşan bir dinleti verecek.
"Kitsch" (Kiç diye okuyunuz), Almanca bir kelime ve bir sanat akımının "ucuz" kopyasını tanımlıyor. Bayağı bir tada sahip, ticari kaygılarla üretilen, banal ürünler için de kullanılıyor.
Plastik çiçekler, sahte şömineler, meşhur ağlayan çocuk resmi gibi örnekler için mesela.
Naim Dilmener’in hangi şarkıları seçtiğini bilmiyorum ama Türk Pop Müziği söz konusu olunca çok zorlanmayacağını tahmin ediyorum.
Eğer "dinleyici isteklerine" de yer verilecekse, ben de her gün canını sıktığım siyasetçilerimizin gönlünü almak için birkaç şarkı isteyeceğim.
Recep Tayip Erdoğan’a, İstanbul’u Ankara’dan daha çok sevdiği için Ankaralı Namık’tan "Tarabya’da villası / cafcaflı arabası" şarkısını istiyorum.
Abdullah Gül’e, "artık sadece doğru bildiğini söylemeye" karar verdiği için, Şenay’dan "honki ponki torino / çalına bimbo porino / muşi muşi popopo kozizo / çiki çiki şayne tikitak tok / demedim demedim / bir şey demedim / derdimi kimselere söylemedim" şarkısı uygun olur sanırım.
Deniz Baykal için Türkçe değil ama Sevtap Parman yorumuyla "When I was a little boy / I asked my mother, what will I be"yi istiyorum. (Türkçesi: "Küçük bir çocukken / anneme sordum / ben ne olacağım?" Sevtap Parman’ın bu şarkıyı yorumlayışını merak edenler Youtube’da bulabilirler.)
Ve bir istek şarkısı da bütün siyasetçilerimize gidiyor: Erol Köse’nin "Dr. Erol Bey" şarkısı bu: "Bakınız çok oldunuz siz, iğne yaparım size e - ee"