Paylaş
Şöyle yazmış: “Yüceltip durduğumuz, bizi bütün yaratıkların efendisi yaptığına inandığımız aklımızın, aslında azap çekmemiz için bize sunulduğunu söylemeye cüret edebilir miyiz?”
Kibar bir insan tabii, “cüret edebilir miyiz” diye sormakla yetinmiş ki gereksiz bir uzatma bence.
Evet, ne yazık ki aklımız yüzünden azap da çekiyoruz.
Ve şu cep telefonu denen alet de zaten tam olarak da bunun için icat edilmiş olmalı. Bakmayın siz, “Hayır efendim, o alet iletişimi hızlandırmak için yapıldı” diyecekler çıksa da, gerçek budur.
Fatoş Karahasan’ın Milliyet’te yazdığına göre yeni bir ruhsal problem literatüre girmiş bulunuyor: Nomofobi!
“Cep telefonsuz kalma korkusu” diye tanımlanabilecek nomofobi hayli yaygın.
Kaliforniya eyaletinde kadınların yüzde 70’inin, erkeklerin de yüzde 61’inin cep telefonsuz kalmaktan korktuğu tespit edilmiş.
Kendinizi test etmeniz de son derece kolay: Eğer cep telefonunuzu uyurken başucunuza koyuyorsanız, uyandığınız andan itibaren gün boyunca sürekli ekranına bakıyorsanız, bavulunuzu hazırlarken ilk işiniz şarj cihazının yanınızda olup olmadığını kontrol etmekse, sizde de nomofobi var demektir.
Özellikle akıllı telefon sahipleri için internet bağlantısının kesilmesi, telefon pilinin aniden bitmesi de ciddi bir anksiyete kaynağı.
Elbette benim bu mesafeden hastalığınızın derecesini tespit edebilmem mümkün değil. Kendimden söz edecek olursam, “Gazetecinin telefonu 24 saat açıktır” ilkesi gereği telefonum hep yanımda ve hastalığımın ilerlemiş olabileceğini düşündürten çok neden olduğunu da fark ettim.
Mesela denize atlarken dört–beş kere mayomun cebini yokluyorum, denize telefonla atlamayayım diye. Daha önce böyle bir şey yapmış da değilim oysa.
Nomofobim o dereceye gelmiş ki gözlüğümü kaybetme fikri nasıl içimi ürpertiyorsa, telefonumu kaybetme düşüncesi de onun kadar ürkütücü!
Nomofobinin en büyük kurbanı ise gençler: 18-24 yaş arasında nomofobik davranışlar gösterenlerin oranı yüzde 77, 25-34 yaş grubunda ise yüzde 68.
Türkiye’de de durumun bundan çok farklı olduğunu zannetmiyorum.
Özellikle gençlerde bir cep telefonu bağımlılığı var, muhtemelen nomofobi ile neticelenecek bir bağımlılık.
Mesela geçen akşam bir yemek dönüşü bir bara uğradım, şahane müzik vardı, çoğunluğu genç olan müşteriler eğleniyordu!
“Eğleniyordu” derken kişisel bir eğlenceden söz ediyorum. “Stant” tabir edilen yüksekçe masaların etrafında kızlı oğlanlı toplaşmış, ellerindeki cep telefonlarına bakan bir sürü genç insan.
Canları sıkılmış gibi görünmüyorlardı. Tam tersine yüzlerinde minik tebessümler de sezmedim değil. Etraflarında olup bitenlere ilgileri kesilmiş gibiydi.
Tuhaf bir tabloydu: Hem çalan eski bir şarkıya eşlik ediyorlardı, hem de cep telefonlarına bakıyorlardı.
Bir insanın, yanında sevdiği bir insan varken telefonu ile ilgilenmesine özel bazı durumlarda anlayış gösterebilirim tabii. Telefon sen istemesen de çalar, arayan önemlidir, mecburen açarsın. Ama şunu merak ediyorum: İşinden çıkmış ve artık sabaha kadar bir daha işiyle ilgili bir gelişme yaşamayacak durumda olan bir genç telefonunu neden kapamaz?
Karşında şahane bulduğun bir kız varken, onun gözlerine bakmak dururken, elindeki telefonla neden oynarsın?
Yakışıklı bulduğun, beğendiğin bir erkekle beraberken telefon neden çantandan çıkıp, masanın üzerine konuyor?
Bunları pek anlayamıyorum tabii!
Allahtan nomofobik olsam da böyle bir huyum yok, karşımdaki insanla konuşmak bana daha iyi geliyor ama bir yandan da elimle telefonumun yerinde olup olmadığını kontrol etmeden de duramıyorum.
250–300 yıl sonra hayatta olmamıza olanak yok ama insanların başparmakları evrim geçirecek ve en az bir bileğimiz kalınlığına ulaşacak, buna eminim!
Mesaj yazmak, numara çevirmek için en çok kullandığımız organımız başparmağımız oldu çünkü.
Başparmağımız, bizi alet kullanabilen bir canlı haline getirdi ve bütün medeniyet bu sayede kuruldu ama sanıyorum insanlık tarihi boyunca başparmağımızı bu kadar çok hiç kullanmamıştık.
Ne diyor bizim Sisamlı Epikuros: “Mühür balmumunda nasıl iz bırakırsa, eşya da insanda öyle iz bırakır.”
Cep telefonları da organik olarak böyle izler bırakacak, ama bu evrim süreci ne zaman tamamlanır, bilemem tabii. Ruhsal olarak da nomofobi gibi bir iz bırakıyor.
Elbette yalnızlık çeken, bir ilişkiyi yürütemediği için tek başına kalakalan bir insanın elindeki cep telefonuna umutla bakıp durmasını ve çalmasını beklemesini anlayabiliyorum.
Bu hiçlikte yok olma durumu sayılır, başınıza geldiyse sizler de nasıl bir duygu olduğunu tahmin edebilirsiniz, o vakit ne yapsanız yeridir zaten!
Beklersiniz ki arkasından yas tuttuğunuz kişinin adı bir cıngıl ve yanıp sönen ışıklar arasında cep telefonunuzun ekranına yansısın!
O anda içinizden havai fişekler patlayacağını da bilirsiniz ama telefon bir türlü çalmaz.
Hadi o kadar umutlu değilseniz bile bir küçük mesaj “çınçını” beklersiniz. Telefonunuza baktıkça telepatik dalgalar yayacağınıza ve bu dalgaların yerine ulaşıp, beklediğiniz mesajın, umduğunuz kişiden gelmesini sağlamasını hayal edersiniz.
Elbette bu durumda olanlar da cep telefonlarını kaybetmekten, şarjının bitmesinden vs korkarlar ama sanıyorum bunları “nomofobi” arasına sokmamalıyız.
Çünkü burada korku, daha çok “sevgilim arar da beni bulamazsa korkusu”dur, telefonu kaybetme korkusu değil.
Orhan Gencebay’ın şarkısını sever misiniz bilmem: Ya evde yoksan?
Manga’nın yorumu muhteşem! Cep telefonunu bırakın, sabit telefonun bile az sayıda evde olduğu yıllarda, Ankara’da Konur Sokak’tan, Farabi’ye yürürken hissettiğim korkuyu yeniden yaşatıyor bana!
Hangisi daha iyiydi acaba?
Hiç çalmayacak bir cep telefonunun ekranına bakakalmak mı, içinde “ya evde yoksa” korkusuyla kızın evine doğru ağır ağır yürümek mi?
Paylaş