Paylaş
Emine Hanım’a hakaret ettiği için Genç’in cezalandırılmasını talep ediyorlar.
Savcılığın bu başvuruyu nasıl değerlendireceğini elbette bilemiyoruz, bağımsız yargı gereği neyse onu yerine getirir diye düşünelim.
Erdoğan’ın avukatları, dava dilekçelerinde Genç’in hareketlerini şöyle değerlendiriyorlar: “Uluslararası önemli bir toplulukta, görgü, saygı ve nezaket kurallarının en üst düzeyde uygulandığı bir ortamda kişiye ‘siz’ yerine ‘sen’ denilmesinin hakaret olarak algılandığı saygın bir topluluk huzurunda bağırıp çağırması.”
Sonra da şöyle diyorlar:
“Şüphelinin, ‘Emine Hanım, sen hangi sıfatla burada konuşma yapıyorsun’ beyanı ve bu beyandan sonra davranışlarındaki amaç, doğrudan kişiliğe, onur, şeref ve saygınlığa yönelik rencide amaçlı sövme fiilidir. Şüphelinin kasıtlı ve rencide etme amaçlı bu söz ve davranışları hiç şüphesiz ki sövmek suretiyle hakaret suçunu teşkil etmektedir.”
Yani, saygı, görgü ve nezaket kurallarının “siz” diye hitabı gerektirdiği bir ortamda “sen” hitabı bir tür küfür olarak değerlendiriliyor.
Doğrudan bir samimiyetiniz yoksa ya da bir topluluk içindeyseniz ve muhatabınız konumu gereği saygıyı hak eden bir kişiyse, “sen” hitabı küfür anlamına gelir mi bilmem ama bunun açıkça “ayıp” ve “saygısızlık gösterisi” olduğuna hiç şüphem yok.
Yalnız burada şöyle bir sorunumuz var ki “siz” diye hitap etmesi gereken kişilere, “sen”, “ey”, “yahu”, “ulan” gibi hitapları kullanmak Başbakan’ın da vazgeçemediği bir huyu.
Muhatabının bir işadamı, bir sendikacı, bir milletvekili, bir sanatçı vs. olması durumu hiç değiştirmiyor.
Tepesi atınca cümlelerin başına sonuna “sen-ey-yahu-ulan” gibi hitapları koymakta bir an geri durmuyor.
Çünkü avukatlarının deyimiyle söyleyecek olursak, Başbakan Erdoğan da “kasıtlı ve rencide etme amaçlı bu sözleri” hiç şüphesiz ki hakaret etmek için kullanıyor.
Diliyorum ki Başbakan bu dilekçeyi iyice okusun, özümsesin, bir daha meydanlara, kürsülere gazetecilerin karşısına çıktığında “daha kibar” davranabilsin.
Kendi söylediğini kendisi uygulamıyor
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Kamer Genç’in terbiyesizce davranmasından da bir “mağduriyet” çıkarma peşinde.
Öyle görünüyor ki bu seçim sürecinde bu konu sakız olacak, tekrar tekrar gündeme gelecek.
Muğla konuşmasında sözü oraya da getirdi ve Kamer Genç’e partisinin ceza vermediğine dikkat çekerek şöyle konuştu:
“Kadına şiddete son diyenler, kadına el uzatılamaz diyenler, kadına bu noktada söz, laf, hakaret edilemez diyenler eğer bizim parlamentomuzun çatısı altında kalıyor da onların partisi onları muhafaza ediyorsa CHP’den hesap sormak lazım. Lafla kadına siyasi hak verilmez, lafla kadına saygı olmaz.”
Başbakan bu konuda doğru söylüyor, kadına saygı konusunu kendisine mesele edenlerin, daha tutarlı davranmaları, eylemleriyle sözlerinin uygun olmasına gayret etmeleri de gerekir.
“Tutarlılık” deyince de durmak gerekiyor tabii.
Hatırlayacaksınız, AKP Milletvekili Zeyid Aslan, TBMM Genel Kurulu toplantısı sırasında Kamer Genç’e şöyle sözler söylemişti:
“O... çocuğu - P... k... - Senin ananı s...”
Daha sonra da genel kurul salonunda uyurken fotoğrafını çeken kadın gazetecilere şöyle demişti:
“Ben sizin bacak aranızı çekip gazeteye bastırsam, ‘bunların gerçeği bu’ diye...”
Zeyid Aslan, bir insanın annesine küfür etmesinin karşılığı olarak AKP Disiplin Kurulu tarafından cezalandırılmadı.
Kadın gazetecilere hakaret ettiği için ise parti disiplin yönetmeliğinin en hafif cezası olan “uyarı” ile cezalandırıldı.
Başbakan Muğla’da ne demişti?
“Kadına bu noktada söz, laf, hakaret edilemez diyenler eğer bizim parlamentomuzun çatısı altında kalıyor da onların partisi onları muhafaza ediyorsa!”
Dedim ya bizim siyaset dünyamızda tutarlılık arayıp bulmak, çölde içinde buzlar yüzen bir su kuyusu bulmaktan bile daha zor!
Kavga sertleşiyor
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Muğla’daki konuşmasında “çeteler” konusuna da değindi.
“Bu ülkenin istikametini çeteler değil millet çizer. Bu ülkenin rotasını sermaye sahipleri değil, belli medya kuruluşları değil siz çizeceksiniz. İçeride ya da dışarıda belli güç odakları, başka ülkeler değil sadece benim aziz milletim çizer. Onlar kendi zümrelerinden başka hiçbir şey düşünmezler” dedi.
İlk bakışta hep söylenegeldiği şeyleri söylüyor gibi, ama günümüzün özel gündemini bilerek okuyunca bu sözlerin “Okyanus ötesini” işaret ettiğini düşünmemiz için de çok neden var.
Özellikle “Kendi zümrelerinden başka hiçbir şey düşünmezler” vurgusuna dikkatinizi çekmek isterim.
Yakında “cemaati hedef alan” bir gizli örgüt operasyonu ile karşılaşırsanız hiç şaşırmayın derim.
Bir de tabii “bavul” meselesi var.
Taraf yazarı Mehmet Baransu, bir bavul daha açtı ve içinden hükümeti zor duruma düşürecek belgeler ortalığa saçıldı.
Ben de heyecanla “İsviçre’den bir bavul dolusu dolarla dönen bakanın” kim olduğunun açıklanmasını bekliyorum.
Bunu Baransu yazmıştı ama daha sonra bu konuya tekrar dönmedi. Bakalım günün özel şartlarında, o bavulu kimin taşıdığını, içindeki paranın nereden bulunduğunu vs. öğrenebilecek miyiz?
8 değil, 78
CUMARTESİ günkü yazımda şöyle bir cümle vardı: “Türkiye’nin en büyük dergi grubunu yönetiyorum ve haftalık, aylık, iki aylık, dört aylık, altı aylık ve yıllık periyotlarla yayınlanan yaklaşık 8 dergimiz var.”
Nasıl olduysa “7” düşmüş, doğru sayı 78’dir.
Bu sayıya tablet bilgisayarlardan indirebileceğiniz haftalık İstanbul Life ve
15 günlük teknoloji dergisi Nexxt dahil değil. Bilginize sunarım.
Paylaş