Paylaş
AKP’nin ilk iktidar yıllarında genel olarak Batı dünyasını heyecanlandıran şey, bir İslam ülkesinde, kimliğini Müslüman olarak ortaya koyan bir siyasi partinin demokratik yollardan iktidara gelmesi ve demokrasiyi geliştireceğinin güvencesini vermesiydi.
Hatırlarsınız, o yılların tartışma konularından biri buydu: Bir Müslüman ülkesinde, demokrasi yaşayabilir mi?
Bu soruya olumlu yanıt verenler ya da vermek isteyenler için AKP deneyimi olağanüstü bir durumdu ve başarılı olursa bütün İslam dünyasına da örnek olabilirdi. Heyecanla karşılanmasının nedeni buydu.
Bugün geldiğimiz noktada, evet Cumhurbaşkanı haklı, demokrasinin tanımı yeniden yapılmış durumda.
Ama bunun Batılı anlamdaki demokrasi ile pek bir ilgisi de yok.
Bir Batılı demokrasinin en önemli özelliği, ülkeyi yönetenlerin hesap verebilir olmasıdır.
Bundan uzağız. Ülkeyi yönetenler şu anda uygun görmedikleri için darbe girişiminin siyasi ayağı yani Cemaat’le iktidar ilişkisinin geçmişi bile tartışılamıyor. Yine olmazsa olmaz bir başka özellik, basın ve düşünce özgürlüğüdür.
Düşünce özgürlüğü bu memlekette zaten en sınırlı olan şeydi, bir de üzerine basına yönelik baskı politikaları bindirildi.
Demokratik bir ülkede bu kadar gazeteci hapiste olabilir miydi? Demokratik bir ülkede, milletvekilleri tutuklanıp hapse atılır mıydı?
Demokratik bir ülkede, iktidar partisinin medyanın önemli bir bölümünü dizayn edip, kontrol edebiliyor olması söz konusu olabilir miydi?
Yani diyeceğim o ki eğer “tanımı yeni yapılmış bir demokraside” yaşıyorsak, buna demokrasi diyemeyiz, hazır yeniden tanımlamışken bir de “yeni isim” koymak daha doğru olur.
“Müslüman nasıl siyaset yaparmış” dünyaya gösterilmiş bulunuyor ama bunun öyle alkışlarla karşılanacak bir tarz olmadığı da ortada.
Ülke, “Müslüman’dır” denilerek göz yumulan bir yapının gerçekleştirmek istediği darbenin eşiğinden döndü.
Ülkenin bir bölümünde şehirlerde taş üstünde taş kalmadı. Her gün şehit haberleri geliyor.
Sınırımız Peşaver’e dönmüştü, oradan sızan şeriatçı militanların eylemlerinde yüzlerce vatandaşımızı kaybettik.
Problemli olmadığımız ülke neredeyse kalmamış gibi, yakında Avrupa’nın dışına iyice itileceğimizin işaretleri görülüyor.
Bu siyaset tarzı, iyi sonuç vermedi, ben söylemiş olayım.
BAŞKANLIK SİSTEMİ GELİR DAĞILIMINI BOZUYOR
BİLİYORSUNUZ bir süredir “uçurtmacı bakanlar” türedi. Bunlar değişik ortamlarda Başkanlık sistemi gelirse Türkiye’nin “uçacağını” söylüyorlar.
Tabii bulundukları ortamlar diyalogdan çok, monolog ortamları. Kürsüye çıkıp söylüyorlar, sonra çıkıp gidiyorlar.
Kimse de soramıyor, sorabilecek olan da cesaret edemiyor: “Bu bilgiye nereden ulaştınız” diye.
Uçurtmacılara kötü bir haber vereyim, bu söylediklerinin akademik bir çalışma ile bilimsel bir dayanağı olmadığı kanıtlandı.
Türkiye Ekonomi Kurumu’nun Bodrum’da düzenlediği kongrede sunum yapan akademisyenlerden biri de İngiltere’deki York Üniversitesi’nden Prof. Dr. Gülçin Özkan idi.
Prof. Dr. Özkan’ın sunumunun başlığı şuydu: “Ekonomi başkanlık sistemi mi yoksa parlamenter sistemde mi daha iyi çalışır?”
Prof. Dr. Özkan, 119 ülkenin, 65 yıllık ekonomik göstergelerini kullanarak iki sistemi kıyaslamış.
Şöyle anlatıyor:
“Ekonomik büyüme, enflasyon, gelir dağılımı gibi tüm göstergelerde parlamenter rejimlerin daha iyi sonuçlar doğurduğunu görüyoruz. Örneğin, bizim analiz ettiğimiz ülkelerde başkanlık rejimi büyümeyi yıllık ortalama 0.6 ile 1.2 arası azaltıyor, enflasyonu ortalama 6 puan arttırıyor ve gelir dağılımını yüzde 20 civarında bozuyor.”
Prof. Dr. Özkan’a göre ABD’nin, başkanlık sistemi ile yönetilen diğer ülkelere göre farklı olmasını yaratan neden, kurumların ve demokrasinin kalitesi. İnsani gelişmişlik düzeyi ve rekabet gücü ile eğitim kalitesi de başka faktörler.
Şöyle anlatıyor: “ABD zaten bu rejimin tek iyi örneği. Kurumsal yapının eksik olduğu, demokrasinin yerleşmediği, kuvvetler ayrılığının olmadığı ve özellikle başkan üzerinde kontrol oluşturabilecek mekanizmaların olmadığı ülkelerde başkanlık sisteminin mucizevi bir çözüm olma şansı yok.”
(Not: İlgilenenler bu çalışmayı The Universty of York’un sitesinden “The York Research Database” bölümüne girerek şu başlıkla arayabilirler: “Who does better for the economy?: Presidents versus parliamentary democracies. / Ozkan, Fatma Gulcin; McManus, Richard.”
BEN DEDİM, SUÇLU LOZAN’DIR
AKP milletvekilleri ve yöneticileri, TBMM Darbe Araştırma Komisyonu’nun çalışmalarından rahatsız olmuşlar.
Nuray Babacan’ın Hürriyet’te yayınlanan haberine göre “Gelen bizi suçluyor, giden bizi suçluyor” diyorlarmış.
Komisyon üyesi AKP’li milletvekillerinin, komisyona davet edilen kişileri sorularıyla yönlendirmeyi beceremediklerinden yakınıyorlarmış.
Haberi okurken, bu AKP milletvekillerinin nasıl bir ruh durumu içinde olduklarını çok merak ettim.
14 yıldır bu parti tek başına iktidarda.
Ve 15 Temmuz’da darbeye kalkışan yapıya “Aynı menzile farklı yöntemlerle gidiyoruz” diye yol veren de AKP iktidarından başkası değildi.
Devletten temizlene temizlene bitmiyorlar, çünkü AKP o yıllarda kendi kadroları yetersiz olduğu için bu çete ile ittifak içindeydi.
Ve şimdi bu beyler dert yanıyorlar: Gelen bizi suçluyor, giden bizi suçluyor!
Haklılar vallahi. Suçlanacak birisi varsa bu İsmet İnönü ve Lozan olmalıydı.
Paylaş