Paylaş
GAZETE yöneticisi olduğum yıllarda yönettiğim gazetelerin birinci sayfasına mutlaka bir tane “tatlım” haberi koyardım.
Hayır, o gün öğlen yemeğinde yenilecek bir tatlıdan, trileçeden filan söz etmiyorum.
Sabah kahvaltıda gazete okuyan çiftlerden birinin diğerine “Tatlım, bu haberi gördün mü” diye sorma ihtiyacı duyacağı cinsten bir haber türü bu.
Yaşanmış ama gerçeküstü gibi görünen olayların aktarıldığı haberleri böyle tanımlıyorum.
İşte böyle bir “tatlım” haberi geçenlerde Hürriyet’in iç sayfalarında yayınlandı.
Bir erkek ile bir kadın, Ümraniye’deki bir apartmana girmiş ve kapı önlerine çıkarılan ayakkabılardan sekiz çift çalmış.
Apartman sakinleri durumu fark edince hırsızlar ayakkabıları bir minibüse kilitleyip kaçmış.
Bir süre sonra bir üçüncü kişi, Bilal Çakıcı, minibüsü almaya gelince mahalleli tarafından yakalanıp polise teslim edilmiş.
Kaçan iki kişinin dosyası ayrıldıktan sonra mahkeme Bilal Çakıcı için “hırsızlık” suçundan 48 yıla kadar dava açmış, hâkim de hırsızı 39 yıl hapse mahkûm etmiş.
Bu haberi okuyunca gülmeme engel olamadım.
Birincisi memleketin hırsızları belli ki giderek tuhaflaşıyorlar. Kullanılmış ayakkabı çalıp satacaksın da kaç para kazanacaksın?
Böyle bir para için böyle bir risk göze alınabilir mi?
İkincisi Türk adaleti!
Kullanılmış sekiz çift ayakkabı çalmaya ortak oldu diye bir adamı 39 yıl hapse mahkûm ediyor!
Oysa o adam alkollü olarak kullandığı araç ile birisine çarpıp öldürseydi, üç–dört sene yatıp çıkardı. Hatta tutuksuz yargılanırdı.
Mesela geçen gün Bağdat Caddesi’nde aşırı sürat ile makaslar atarken kaldırıma çıkıp üç gence çarpan ve birinin ölümüne neden olan sürücü, ifadesinin alınmasından sonra serbest bırakıldı.
Çünkü savcı da hâkim de biliyor ki bu trafik canavarına verilecek ceza tutuklu yargılanmasını gerektirmiyor.
Ya da yine ayakkabı örneğinden yola çıkalım:
Bu kişiler, kullanılmış ayakkabı çalmak yerine topladıkları rüşvet paralarını ayakkabı kutusuna koysalardı, yakalansalar bile sonunda serbest kalırlardı.
Hatta devlet, ayakkabı kutusundaki paraları iade ederken rüşvetçiye faiz bile verirdi.
Ayakkabı kutusu sadece rüşvet paralarını saklamaya yaramıyor tabii, bakanlara filan rüşvet verirken de yararlı bir “aparat” bu.
İçine dolduruyorsun, ayakkabı hediye eder gibi götürüp adama veriyorsun. Yakalansan bile ne rüşveti verene bir şey oluyor, ne de rüşveti alana.
Hürriyet’teki bu ayakkabı hırsızları haberi o kadar güzel ki tek sütun on santimde, bütün ülkenin vaziyeti umumisini gözler önüne seriveriyor.
Rüşveti almazsan mevzuat işler!
BİR “gerçeküstü gibi görünen yaşanmış olay” haberi daha: Arda Akın’ın bu haberi Hürriyet’te manşet oldu. Gümrük memuru Teoman Coşkun Dudak, 2013’te Gana’dan kaçak olarak getirilen bir uçak dolusu altın için tutanak tuttu.
64.5 milyon dolar değerindeki 1.5 ton altının böylece yakalanmış olması nedeniyle devlet 57 milyon lira ceza kesti ve parayı Hazine’ye attı.
Memur Dudak’ın bu altınları yakalamasından sonra altınların sahibi Reza Zarrab’ın telefonda “Teoman’a neler yaptım, ne vaatler, ne şeyler. Yok yok adam almıyor” diye yakındığını da hatırlayalım.
Belli ki “Memurun ve orospunun bahşişini peşin vereceksin” düsturu ile hareket eden Zarrab, Teoman Bey’e rüşvet teklif etmiş, kaçak altınları görmezden gelsin diye ama Teoman Bey hiçbir vaade ve paraya kanmamış, rüşvet almamış.
Ve Teoman Bey, İstanbul’daki görev yerinde sekiz yılını doldurduğu için “mevzuat” gerekçesiyle Gaziantep’e tayin edilmiş!
Türklerin çerez kabuğu üretimi!
SABAHLARI erken saatlerde Boğaz’da yürümek gibi bir alışkanlığım var.
Sabahın o saatlerinde daha temizlik işçileri de görevlerine başlamamış oluyorlar.
Gördüğüm manzara hiç değişmiyor: Belediyenin, insanlar sahilde otursunlar diye koyduğu bankların çevresi bir ayçiçeği çekirdeği–kabak çekirdeği kabuğu ile kaplanmış oluyor.
Kargalar kahvaltılarında bunlardan yararlanıyorlar ama bütün Boğaz’ın kargaları bir araya gelse mesela sedece Kireçburnu ile Büyükdere arasındaki kabukları bitiremezler, o kadar çok çerez kabuğu yerlerde oluyor.
Her bankın çevresinde ben diyeyim yarım kilo, siz deyin
1 kilo çekirdek kabuğu!
O masaların ve bankların çevrelerinde çok sayıda çöp kutusu da var. Belediye işçileri o kutulara şeffaf torbalar geçiriyorlar ki insanlar çöplerini oraya atsınlar ama sahil su şişelerinden, gazlı içecek kutularından da geçilmiyor.
Halkımızın inanılmaz bir çerez merakı var ve belli ki çerez kabuklarını çöp olarak da görmüyorlar.
Merak ediyorum, acaba evlerinin balkonunda da aynı şeyi yapıyorlar mı?
Dün diken.com’da bir haber okudum. Zonguldak’ın tek mavi bayraklı plajı Kapuz’da yere atılan izmaritler toplanmış ve en küçüğü 1.5, en büyüğü 5 litrelik pet şişelere doldurulmuş. Tam elli şişe!
Belediye görevlileri içleri sigara izmariti dolu bu şişeleri plajın girişine asmışlar ki insanlar anlasın, bir daha izmaritlerini gelişigüzel plaja atmasınlar diye.
Plaj görevlisi bunun yapılmasından sonra insanların daha dikkatli davranmaya başladıklarını söylüyor. “Eskiden çöplerini, izmaritlerini kuma gömüyorlardı, şimdi daha az çöp atılıyor” diye anlatıyor.
Bunu okuyunca acaba dedim, Boğaz’da da böyle bir uygulama mı yapılsa?
Gerçi toplanacak çerez kabuğu ve çöpler tonlarca tutar ve onları toplayıp şişelere doldurmak günler sürer ama acaba işe yarar mı?
Paylaş