Bu cinsel fanteziyi kim uydurdu?

SABAH gazetesi, dün “Kabataş Gelini” Zehra Develioğlu’nun polise verdiği ifadeyi yayınladı.Belli ki bir gün önceki foto montaj rezilliğini, “sağlam” bir kanıtla örtbas etmeye çalışıyorlar. Tabii ne kadar “sağlam”, onu da bilemiyoruz.

Haberin Devamı

Sabah’ın yayınladığı “polis ifadesinde” Zehra Hanım, daha önce sözünü ettiği “üstleri çıplak, başları bandanalı, ellerinde eldivenler olan deri pantolonlu 60–70 kişiden” hiç söz etmiyor.
Polise söyledikleri ile Star’da Elif Çakır’ın aktardıkları arasında ciddi farklar var:
Bakın polis ifadesindeki önemli satır başları şunlar:
- Telefon kulübesinin yakınında ellerinde pankart ve flamalar olan protestocuların sataşmaları başladı. Beni göstererek “Şuna bak” dediler. Hemen oradan uzaklaştım. Yolun karşısına geçerken başörtülü bir kadın ve babası olduğunu düşündüğüm kişiye saldırdılar.
- Ben eşimi beklerken sağ tarafımdan erkek ve kadınların olduğu bir grup geliyordu. Grubun önündeki üzerinde Che Guevara resmi bulunan body’li ve açık mavi kotlu bir bayan başörtümü kaldırıp yüksek sesle küfürler etti. Bir erkek yanıma gelip yanağıma sert bir tokat attı. Elimde bebek arabası olduğundan onun eşkâlini göremedim. Sırtüstü yere düştüm. Kalabalık etrafımı çevirdi. Hakaret edip tükürmeye, tekmelemeye başladılar. Bu sırada hafif kilolu biri bebek arabasını tutarak sallıyordu. Arabadaki kızım aşağı yukarı zıplıyordu. Bu kişilerden kurtulup kızımın yanına gidemedim. Başımı yere sırtımı yukarı verecek şekilde kapaklandım. Gözümü açamıyor, kafamı kaldıramıyordum.
- Üç-dört kişi üzerime idrarlarını yaptı. Bir kadın “Başörtüsüne işeyin” diye bağırıyordu. Ben şahıslardan emekleyerek kaçmaya çalıştım ama başaramadım.
Evet, şimdi şunu öğrenmek istiyorum: “Üzerleri çıplak, deri pantolonlu, elleri eldivenli, başları bandanalı 60–70 kişlik erkek grubu” yalanını kim uydurdu?
Bu cinsel fantezi kime ait?
Bu yalanı neden uydurdu, amacı neydi, neyin peşindeydi?
Bu memlekette bir savcı kalmadı mı bu soruların yanıtlarını merak edecek?
Öte yandan Zehra Hanım’ın polise anlattıkları ile gerçekler de uyuşmuyor:
- Neden “üzerine işenilen elbiselerini ve başörtüsünü” yıkadı da, kanıt olarak polise teslim etmedi? Hiç mi film izlemiyor, DNA diye bir şey duymamış mı?
- Yere kapaklanmış, tekmelerle dövülür, bir yandan da üzerine işenilirken kendisini dövenlerin ellerindeki bira şişelerini nasıl fark edebildi? Bu algı açıklığını neye borçlu?
- Neden hemen bir acil tıp merkezine başvurmadı? Bu kadar dayak yediğine göre ciddi olarak yaralanmış olmalıydı. Böyle bir saldırının insanda bırakabileceği fiziksel izleri gösterir rapor nerede?
- Pusetinde havaya fırlatılan bebekte, böyle bir saldırının yol açması gereken yara–bere–izleri gösterir hekim raporu nerede?
- Bu ifadeyi verdiği polisler, neden kadını hemen bir hastaneye sevk edip rapor almasını istememişler? Yoksa, bu da “paralel polislerin” bir tezgâhı mıydı?
- Gazetedeki röportajda sözünü ettiği “kendisine yardım etmek isterken feci şekilde dövülen dede ve torunundan” polisteki ifadesinde niye hiç söz etmedi?
Bundan polise söz etmediğine göre bu yalanı kim uydurdu? Elif Çakır mı, Zehra Hanım mı? Buna niye gerek gördüler?
- Olay yerindeki kamera kayıtları, Zehra Hanım’ın sözünü ettiği türden bir kalabalığın ve saldırının varlığını göstermiyor. Diyelim ki Sabah’ın uydurduğu haber doğru, 52 saniyelik görüntüler kayıp ve ne olduysa bu 52 saniye içinde oldu.
Polisin bir olay yeri tatbikatı yapmasında yarar var.
52 saniyede böyle bir saldırı gerçekleşebilir mi? Hem işeyecekler, hem dövecekler, bir yandan bira içip diğer yandan havaya bebek atacaklar, arada bir de dede ile torununa girişecekler vs.
Yalan dediğinin de bir iler tutar tarafı olmalı.
Artık bu yalanı tekrarlamayı kesin, bu kadar rezil olduğunuz yeter diye düşünüyorum, siz rezil olmayı önemsemiyor olsanız da!

Haberin Devamı

Haberin Devamı

Hayda bre yiğitler sefer zamanıdır!

BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, Yörük ve Türkmenlerin sivil toplum kuruluşlarıyla buluştu. Kendisine bir kalpak, bir hançer ve şal da hediye edilmiş.
Fotoğrafı gazetede gördüm.
Bir cihan yiğidinin doğuşuna tanıklık ediyorum” diye gururlandım, gözümden iki damla yaş süzüldü.
Takım elbisenin üzerine şal bağlamış, beline hançerini sokuşturmuş, kalpak kafasında!
Normalde ufak tefek görünüyor ama bu kıyafetler, içindeki yiğidi bütün heybetiyle ortaya koymuş!
Eski Bizans tekfurları böyle bir babayiğidi karşılarında görmüş olsalardı, İstanbul’un fethi, en az bir elli sene önce gerçekleşebilirdi.
Nitekim o da durumun farkında: Hançeri beline sokuşturduktan sonra “Bir de at lazım şimdi” demiş.
Yiğit dediğin böyle olur zaten, silahı kuşandı mı gözü at arar ki sefere çıksın, küffara cihanı dar etsin!
Göğsüm gururla kabarmış, “Şükürler olsun Ya Rabbim, dünya gözüyle böyle bir yiğidi görmeme izin verdin” diye dualar ederken “İlk seferi İtalya’ya yapmalı” diye düşündüm.
Hatırlarsınız İtalyan Başbakanı, Charlie Hebdo saldırısından sonra Paris’te yapılan yürüyüşe katılan Başbakan Davutoğlu için şöyle demişti:
“Mesela Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan örneğini alalım. Aralık ayında bazı gazetecilerin tutuklanması ve yayın kuruluşlarının kapatılması emrini verdi. Bu açıkça bir bilgi verme (basın özgürlüğü) problemi idi. Sen ise (Davutoğlu) bilgi verme özgürlüğünü savunmak için oradasın, çünkü bazı kaçıklar bir dergi binasına girerek, o bildiğimiz eylemi yaptılar. Yani bu biraz sırıtıyor.”
Davutoğlu ise o şöyle kükremişti:
“İtalya Başbakanı’ndan acilen izahat istedik. Yaptığı açıklamayı asla kabul edemeyiz. Eğer İtalya Başbakanı çıkıp izahat yapmazsa çok sert şekilde mukabelede bulunacağız.”
O günden bu yana tam iki ay geçti, İtalya’dan beklenen “izahat” gelmedi, artık “çok sert mukabele”
zamanı!
Shakespeare, Kral Richard’a şöyle söyletmişti: “Bir at! Bir at için bütün krallığımı veririm!”
Davutoğlu Ahmet Bey’e de, İtalya’nın üzerine bir hışımla yürümesi için acele bir at lazım! Kalpak, hançer, şal kısmı tamamdır!

Yazarın Tüm Yazıları