Paylaş
Nurettin Kurt ve Haber Türk muhabiri Cemal Doğan’ın suçları, savcılık odasında sorgulanan Albay B.’nin fotoğrafını çekmiş olmaları.
Bir “gazetecilik başarısının” cezalandırılmak istenmesini kavrayabilmek zor!
Fotoğraf, adliyenin karşısındaki binadan çekilmiş. Adliyenin içinde değil! Perdeleri kapatmak kimin sorumluluğundaydı acaba?
Öte yandan bir gazetecinin, üstelik görevi gereği adliyede bulunması gereken bir gazetecinin adliye binasına girmesinin yasaklanması ise sadece basın özgürlüğünün keyfi olarak kısıtlanması anlamına gelir.
Belli ki öfkeyle ve üzerinde düşünülmeden alınmış bir karar.
Çünkü gazetecinin çalışma özgürlüğünü kısıtlamak, bulunan “halkın haber alma özgürlüğünün” de kısıtlanması demektir. “Basın özgürlüğü” dediğimiz şeyin amacı da zaten bu hakkın korunması ve kullanılabilmesidir.
“Ben yaptım oldu” türü tutumlar, anayasal özgürlüklerimizin korunmasında en çok güvenmemiz gereken makamlara yakışmıyor.
İki yargıç ve iki ayrı ‘takip’ olayı
ANKARA Seferberlik Bölge Başkanlığı’ndaki “kozmik odada” arama yapan yargıcı takip ettikleri gerekçesiyle durdurulan araçlardan askerler çıktı.
Takipte kullanıldığı iddia edilen araçlardan biri “askeri plakalı”.
Bu nasıl bir “gizli” takibe karşılık geliyor, anlayamadım. Sırtında “gizli polis” yazan bir ajanın casus takibini andırıyor ki benzerlerine “Austin Powers” filmlerinde rastlanabilir.
Yakalanmadan sonraki açıklamalara artık alıştık: “Bir başka görev için bölgede bulunuyorlardı”.
Sonrası da benzer şekilde gelişecek. Savcılar soruşturma yapacak, evler, ofisler aranacak.
Senaryolar havada uçuşacak, herkes kendi doğrusuna inanacak.
Bir yargıcın takip edilmesi elbette olay gerçekten böyle olduysa çok vahim bir durum ve ciddiyetle araştırılması gerekir.
Dün gazetede bu haberleri okurken Anayasa Mahkemesi üyelerinden Osman Paksüt’ün “teknik takip aracı ile izlenmesi” olayını hatırladım.
O olayda da Ankara Emniyet Müdürlüğü “aracın bir başka görevle o bölgede bulunduğunu” açıklamıştı.
Açıklamaya pek kimsenin itibar etmediğini hatırlıyorum ama savcılık inanmayı tercih etmişti. Bununla ilgili bir soruşturma yapıldığını, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün arandığını, teknik takip araçlarının ve kayıtlarının savcılığa çuvallar halinde taşındığını görmemiştik.
Benzer iki duruma iki farklı uygulama, vatandaşların hukuka güvenini sarsar.
Yargıcın izlenme kuşkusunu elbette ciddiye almalıyız ve soruşturulmasını desteklemeliyiz.
Ama çifte standartlara dikkat çekmek de gazetecilerin işidir, unutmayalım.
Pazar sevişgenleri, şiir okuyor!
HAFTALIK mizah dergilerinin çizerleri içinde favorilerimden biri de Met Üst.
“Pazar Sevişgenleri”ni okumadığım bir haftayı eksik kapattım diye düşünürüm.
Kadın-erkek ilişkilerine hâkim olan, kadın ve erkeklerin düşünme biçimlerinin farklılıklarından kaynaklanan çelişkilerin yarattığı mizah ve şahane çizgiler beni sıkıntılarımdan beş dakikalığına bile olsa kurtarmaya yeter.
Met Üst’ün “Pazar Sevişgenleri” dizisinin içinden yapılmış bir seçmeyle “Şiyir Sevişgenleri” isimli yeni bir kitabı yayımlandı.
“Sevişgenler” bu kez daha çok bildiğimiz şairlerden tanıdık dizeler ile konuşuyorlar.
Karikatürlerden birinde, bir kır kahvesinde oturmuş kadın ile erkek konuşuyorlar:
Erkek: “Ayrılık da sevdaya dahil, değil mi?” diyor.
Kadının yanıtı: “Ayıpsın koç. Ayrılık ve hatta her şey dahil en son sana 1500 YTL olur.”
Bir başkasında erkek konuşuyor: “İnsanın insana verebileceği en değerli şey yalnızlıktır, demiş sevgili Edip Cansever.”
Kadının yanıtı: “Evlenmeden değil sana yalnızlık vermek, koklatmam bile!”
Erkek ile kadın bir evde içki içiyorlar. Erkek konuşuyor: “Ben senin bu gece bana verebilme ihtimalini seviyorum!”
İki kadın sohbet ediyorlar, biri konuşuyor: “Kendi ayaklarım üzerinde durmaktan bacaklarım varis, selülit doldu ya. Ben de evlenmek ve oturmak istiyorum artık!”
Gündemden sıkıldıysanız ve kendi kendinize kıkırdamak istiyorsanız Met Üst’ün kitabını rahatlıkla önerebilirim.
Paylaş