Paylaş
Törende sadece iki kişi vardı: Süleyman Aydın’ın ablası ve ağabeyi!
Aynı saatlerde Eruh’ta da bir “festival” vardı. DTP’li belediyenin düzenlediği bir “doğa ve kültür festivali”!
Adının böyle olduğuna bakmayın, herkes biliyor ki bu 25 yıl önce Süleyman Aydın’ın şehit düştüğü olayı kutlamak için düzenlenmiş bir festival.
Nitekim DTP Genel Başkan Yardımcısı Emine Ayna törende şöyle konuştu: “15 Ağustos 1984’te savaş, şiddet başladı diyemeyiz. Çünkü şiddet Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden beri var. Biz 15 Ağustos’u Barış Harekâtı olarak tanımlıyoruz. PKK, Kürtlerin inkârına ve imhasına karşı barış ve eşitlik için ilk kurşunu sıktı.”
Nasıl bir barış harekâtıysa, 25 yılda on binlerce insanın ölmesine, on binlerce insanın sakat kalmasına neden oldu.
Ve biz şimdi bu arkadaşlarla oturup, “Kürt açılımını” konuşacağız!
PKK da yaptığı açıklamada Abdullah Öcalan’ın açıkladığı plana uyulmaması halinde “eşi görülmemiş bir direnişe hazır olduğunu” açıkladı.
DTP’nin ve PKK’nın şunu akıllarına iyice sokmaları gerekiyor: Silahlı tehdidin olduğu yerde ne demokrasi olur ne de barış.
Hükümet, içeriği tam olarak belli olmasa da sorunun çözümü için bir niyet beyan etti.
Bu niyetin hayata geçirilmesi sürecinde bu tür provokatif eylem ve tutumlar, sorunun çözülmesini sadece zorlaştırmaya yarar.
Ortaya çıkıyor ki PKK ve onun silahlı tehdidi altındaki DTP, sürecin gelişmesini kendi varlığı için bir tehdit olarak görüyor.
Çözümü kolaylaştırmak yerine zorlaştırmak için her türlü eylemin içinde olabileceklerini tahmin etmek zor değil.
Çözüm demokrasidedir
YETERİNCE hazırlık yapılmadan ve detayları açıklanmadan ortaya konmuş olmasına rağmen hükümetin Kürt sorununu çözmek için girişim başlatmasını olumlu buluyorum.
Ancak gelişmeler gösteriyor ki bu açılımı dinamitleyecek en önemli unsur PKK’dan başkası da değil.
PKK, Amerika’nın Kuzey Irak’tan çekilme planları içinde kendisinin olamayacağının farkında ve bu aşamada Türkiye’deki demokratik gelişmelerin kendi zararına olabileceğinin hesabını yapıyor.
Abdullah Öcalan’ın durduk yerde ortaya çıkıp “yol haritası” açıklamasının en önemli nedeni de bu.
Hükümet, bu sorunu çözmekte gerçekten samimiyse yapacağı şey çok açık: Kapsamlı bir demokratikleşme paketini TBMM’ye sunmak.
Kamuoyunun, CHP ve MHP’nin muhalefetine rağmen bu açılımın arkasında olacağını görüyoruz.
MHP değilse bile CHP’nin de kapsamlı bir demokratikleşme planına itirazlarını TBMM çatısı altında çözümleyebilmek, orta yolu bulabilmek mümkün görünüyor.
Bugüne kadar ayrılıkçı terör hareketleriyle başı dertte olan Avrupa ülkeleri bunu demokrasiyi yaygınlaştırarak çözümleyebildiler.
Terör örgütünü ve ayrılıkçı fikirleri tamamen yok etmek mümkün olmadıysa bile marjinalize etmek mümkün olabildi.
Hedef de öncelikle bu olmalıdır: PKK’yı marjinal bir hareket durumuna itecek, bölgede demokrasiden yana Kürt unsurları planın içine çekecek bir yol izlenmeli.
Çözüm, terörün başladığı 25 yıl önce de demokrasiden geçiyordu, bugün de hâlâ o noktadayız!
Aranan şair bulundu!
“ÖZDEMİR Asaf’a aittir” diyerek bir şiir yazmıştım, hatırlarsınız.
Bazı okuyucular şiirin Can Yücel’e ait olduğunu iddia etmişlerdi ancak sonra ortaya çıktı ki şiir ne Can Yücel’e, ne de Özdemir Asaf’a ait.
Hüseyin Hatemi, aynı şiir olmasa da bir benzerinin Ömer Hayyam tarafından yazıldığını belirtmiş ve Farsça’dan çevirdiği rubaiyi göndermişti. Onu da yayımlamıştım.
Bir okuyucumun uyarısıyla Mehmet Akif Ersoy’un Safahat’ında bu şiirin alıntılandığını öğrenmiştim. Ancak Ersoy da şiirin kime ait olduğunu belirtmemişti.
Önce, eski yazıları okumamış olanlar için söz konusu şiiri tekrar yazayım:
“Ömür dediğin üç gündür / Dün geldi geçti, yarınsa meçhuldür / O halde ömür dediğin bir gündür / O da bugündür.”
Şimdi de elimdeki son bilgiyi paylaşayım:
Şiir, 14 yüzyıl önce yaşamış ilk İslâm âlimlerinden ve tasavvuf ehli Hasan el Basri’ye ait.
Milliyet’teki yöneticilik yıllarımda kendisiyle çalışmaktan çok memnun olduğum muhabir Şükran Pakkan da benim gibi bu işin peşine düştü.
Bir arkadaşım, şiirin Türkiye’de Bostan ve Gülistan isimli kitapları yayımlanan Sadi Şirazi’ye ait olabileceğini söyleyince Şükran Pakkan’a bu bilgiyi verdim ve araştırmasını rica ettim.
Kitapları yayımlayan Elips Yayınevi’nin editörleri, şiirin Şirazi’ye ait olmadığını belirtmişler.
Şükran araştırmadan vazgeçmedi ve internette Hasan El Basri adına ulaştı. Ancak farklı kaynaklarda, şiirin farklı çevirileri vardı.
Bunun üzerine Kırıkkale Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu’nu aradı ve Farsça ve Arapça kaynaklardan bir araştırma yapmasını rica etti.
Prof. Karaismailoğlu, Basri’nin, Ömer bin Abdülaziz’e yazdığı mektupta benzer dizeleri buldu.
Mektup, Tahran Üniversitesi tarafından yayımlanmış bir kitapta yer alıyor. İlgili bölüm şöyle:
“Üzerinde düşünürsen dünya üç gündür / Gitmiş olan ve ona ümit bulunmayan gün / seninle olan gün, onu ganimet saymalısın / onda diri olup olmayacağını bilmediğin, belki de ondan önce ölmüş olacağın gün. / Dün, öğretici bir bilgin; bugün, ayrılma durumunda bir dost. / Ancak kayboluşuyla seni üzen dün, senin için bilgisini bıraktı. / Onu kaybettiysen de onun yerinde olan sana ulaştı. / Dün, senden uzun süreli bir yokluğa gitti. / Bugün ise senden hızlıca ayrılıyor ve elinde de yarının emeli var. / O halde amelle/çalışmayla ebediliği al. / Diri oldukça arzularla aldanmayı bırak. / Sakın yarının ve ondan sonrasının korkusunu bugüne taşıma.”
Böylece bu öykünün de sonuna geldik. Şükran Pakkan’a, Prof. Dr. Karaismailoğlu’na ve ilgi gösterip yardıma çalışan tüm okuyucularıma teşekkür ederim.
Paylaş