Paylaş
Bunun için bir uluslararası kuruluşun geçenlerde yayımlanan raporundan yararlanabiliriz.
Bu, merkezi Berlin’de olan Uluslararası Demokrasi isimli sivil toplum kuruluşunun iki üyesinin hazırladığı Pakistan Raporu!
Pakistan, yaşadığı iki askeri darbeden sonra, “tüm iktidarın devlet başkanının elinde toplanmasına yol açan yönetim sisteminde” kapsamlı bir reform girişimi başlattı.
Pakistan’da yapılan son Anayasa reformu, devlet başkanının seçim kurulunun üyelerini atama yetkilerini kısıtlarken, bu sürece muhalefetin de etkin katılımının yollarını açıyor.
“18. değişiklik” olarak adlandırılan reform, yetkileri devlet başkanından parlamentoya ve federal hükümetten, eyaletlere devrediyor.
Rapor, bu durumu “Pakistan demokrasisi olgunlaşıyor” diye niteliyor.
Gelelim baştaki tartışma konumuza: Bu büyük anayasal reformlar, 10 aydır, parlamentodaki bütün partilerin katıldığı bir süreçte gerçekleşti. Parlamento bunun için 77 oturum yaptı. Geçmişte birbirinin “can düşmanı” gibi davranan siyasi partiler, ülkenin demokratikleşmesini sağlayacak konuları tartıştı, kimse kimseye bir şey dayatmaya çalışmadı ve örnek sayılması gereken bir siyasi uzlaşma sergilendi.
Rapor, Pakistan’daki gelişmeler sonucunda medyanın daha özgür ve cesur hale geldiğini, mahkemelerin bağımsızlıklarını ortaya koyduğunu da vurguluyor.
İşte durum bu: Şimdi Türkiye’deki Anayasa değişikliklerinin çerçevesine bakın, izlenen yönteme bakın ve karar verin:
Türk siyasetçileri mi sorumluluklarının daha çok bilincindeler, Pakistanlı siyasetçiler mi?
‘Putinleşme hevesi’ ağzından kaçıverdi!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın 23 Nisan’da “koltuğu bıraktığı” 4. sınıf öğrencisine “Yetki artık senin. İster asarsın ister kesersin. Her şey sende” demesi, Türkiye’nin ne tür bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor.
Bu bir “basit bir dil sürçmesi” diye geçiştirilecek bir şey değil. Ayrıca dil sürçmesi dediğimiz şeyin, esasen bilinçaltının istemsiz dışavurumu olduğunu da biliyoruz.
Erdoğan, Başbakanlık makamını böyle görüyor: Bütün yetkiler onun, ister asar, ister keser!
Doğrusu bugüne kadar bu yetkilerini kullanmakta tereddüt de etmediğini biliyoruz.
Özel talimat verdiği vergi memurları aracılığıyla Doğan Grubu’nu nasıl yok etmek istediği hatırlarımızda.
Bir tek hayali var: “Tek yetkili” olarak istediği her şeyi yapmak, kimseye hesap vermemek!
Çok sık “haksızlığa uğradığını”, “insafsızca eleştirildiğini” söylüyor. Çünkü eleştirinin en küçüğüne bile tahammülü yok. Nasıl olsun ki? Kendisini “ister asar, ister keser” konumda görüyor ve çatlak seslerin bu yetkiyi tartışıyor olması, vücut kimyasını bozuyor!
Milletvekillerini kendisi seçiyor, partisinde küçük bir ilçede bile kendi istemediği birisinin seçilmesini kabul edemiyor, özgür medyayı yok etmek istiyor, anayasal düzeni “tek yetkili” kendisinin olacağı şekilde değiştirmek de istiyor.
Bu isteğine “Putinleşme hevesi” dediğimiz için de bizlere daha çok kızıyor!
23 Nisan’da ağzından kaçırdığı sözler, bu “Putinleşme hevesini” tartışmasız bir şekilde ortaya koyuyor!
Deniz Feneri denilince akan sular duruyor
DSP İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız’ın Deniz Feneri ile ilgili olarak verdiği soru önergesine aldığı “gecikmiş yanıt”ı okuyunca, bazı şeylerin saklanmaya çalışıldığını düşündüm.
Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü’nce hazırlanan ve 2008?2009 Bütçe Uygulama Sonuçları’nı gösteren verilere göre, “kâr amacı gütmeyen kuruluşlar” arasında yer alan dernek, birlik, kurum, kuruluş, sandık ve benzerlerine 2008 yılında 139 milyon 839 bin lira yardım yapılmış. 2009 yılındaki yardım miktarı ise 11 ay için 222 milyon 356 bin lira.
Yağız, bu yardım yapılan kuruluşlar arasında “Deniz Feneri’nin bulunup bulunmadığını” soruyor.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, soru önergesine süresi içinde yanıt vermeyince, önerge bir kez de Başbakan’ın yanıtlaması istemiyle tekrarlanmış.
Maliye Bakanı’nın yanıtı ancak bundan sonra gelmiş.
Ve mealen şöyle deniliyor:
“Bakanlığımızca böyle yardım yapılmamıştır. Başka kamu kuruluşları verdiyse, onlara sorun.”
Kamu bütçesinden yapılacak yardımlarda hangi yolun izleneceğini gösteren yönetmeliği çıkaran Maliye Bakanlığı.
Bütçe uygulamalarını takip etmek durumunda olan kurum da Maliye Bakanlığı.
Ama soru Deniz Feneri olunca yanıt: “Ben bilmem, yapana sorun!”
Bu kaçamak yanıtlara bakınca, Deniz Feneri’ne devlet bütçesinden de para kaydırıldığını düşünmemek mümkün değil.
Belli ki yardım paraları yetmemiş, devlet hazinesine de göz dikilmiş!
Paylaş