Paylaş
Anna Heaton adını hatırlar mısınız, bilmiyorum. Ağustos ayının son günü Hürriyet’te kendisiyle ilgili bir haber yayımlanmıştı, ben de bir kenara ayırmıştım.
Anna 29 yaşında bir İngiliz. Açık kumral üzerine, renkli gözleri var. Gazetede yayımlanan fotoğrafında bembeyaz bakımlı dişlerini sonuna kadar sergileyebildiği geniş bir tebessümle bakıyor. Gülümseyince sol yanağında dudağının kenarında minik bir gamze de beliriyor. Hoş bir genç kadın.
Anna, ‘adanmış bir hayat’ yaşıyor. 30 yaşına girmeden önce ‘doğru erkeği’ bulmaya adamış kendini.
***
Bu çerçevede sadece son bir yıl içinde 77 erkekle tanışmış. Atletik yapılı, iyi giyinen ve kendisini fazla da ciddiye almayan bir eş arıyor. Ertuğrul Özkök’ü neden denemedi, bilemiyorum.
Bunun için tanıştığı erkeklere ‘üç dersten’ not vermiş: Dış görünüm, kişilik ve elektrik. Verdiği notlar nedeniyle bu son 77 denek de sınıfı geçememiş.
Elektrik arıyorsa neden parmağını prize sokmamış, onu da bilemedim.
Anna Heaton bu koca dünyada ‘doğru erkeği’ ararken ömrünü tüketen tek örnek değil.
‘Aradığını bulamayan’ kadın sayısı hiç de az olmamalı.
Ama işin bir de şu yönü var ki onu da not etmek zorundayım: ‘Doğru kadını’ bulamayan erkek sayısı da hiç kuşkunuz olmasın, doğru erkeği bulamayan kadın sayısına denktir.
“Doğrular birbirini bulamıyor, bu nasıl bir düzen?” diye dertlenmeden önce kendimize şu soruyu sormalıyız: ‘Doğru erkek’ (ya da kadın) dediğimiz şey ne ola ki?
Güvensizler kendilerini sevmeyenlere âşık olur
Psikolog Susanna McMahon’un ‘Terapistim Yanımda’ isimli bir kitabı var. (Çeviren: Nilüfer Kavalalı) İşte şimdi acı gerçeği sizlere McMahon’un kaleminden aktarıyorum:
“Başkalarıyla ilişkilerimizde genellikle kendimizle olan ilişkimizi yansıtırız. Güvensizsek, bizi sevmeyen insanlara âşık oluruz. Sevilmeyi hak ettiğimize inanmıyorsak, bizi seven insanlara yönelmeyiz. Hak ettiğimize inandığımız şeyler bizi çeker. Cezalandırılmayı hak ettiğimize inanıyorsak (bilinçaltı düzeyinde olsa dahi), yıkıcı birisini buluruz. Kendimizle ilgili ne hissediyorsak, bu ilişkilerimize yansır. Kendimizle ilgili olumlu ve hoş duygularımız varsa, kendileriyle ve bizimle ilgili iyi duygular besleyen insanlarla ilişkilerimiz olur. Olumsuzsak, ilişkilerimiz olumsuzluğu yansıtır. Sonuçta gerçekten ektiğimizi biçeriz.”
***
McMahon bir psikolog olarak bu tespitinin nasıl tedavi edilebileceğini de yazmış tabii:
“Tek bir ‘doğru’ eş yok, çevrenizde sağlıklı bir ilişkiye girebileceğiniz birçok iyi insan var. Ama önce, kendiniz sağlıklı olmalısınız ki bir başkasıyla güzel bir ilişkiye hazır olun.”
(*) Oksimoron: Birbiriyle çelişen ya da tamamen zıt iki kavramın bir arada kullanılarak bir durumun eleştirel açıklaması.
'Ölümsüz Elmaslar' (1971) filmi sırasında Sean Connery votka martiniyle dinlendirici bir banyo yaparken.
James Bond ile fikir ayrılığım var
Nasıl ki iyi bir pilav ve gerçek bir hünkarbeğendi pişiremeyene aşçı denmezse, iyi bir ‘dry martini’ yapmayı bilmeyene de barmen dememek gerekir. Dry martini’nin asıl içkisi cindir ama votkayla yapılanı da eğer yumuşak içimli bir votka kullanıldıysa tamamdır ki James Bond da bunu tercih eder.
2014’teki 19. Milli Eğitim Şurası’nda alınan bir karar bu öğretim yılından itibaren uygulanmaya konuldu ve turizm meslek liselerinin müfredatından ‘Alkollü İçki ve Kokteyl Hazırlama’ dersi çıkarıldı.
Böylece turizm ülkesinde kokteyl yapmayı bilmeyen barmenlerin sayısını arttırmak için tarihi bir adım da atılmış oldu, vatana millete hayırlı olsun.
Aslına bakarsanız ‘kokteyl içki’ fikrinden pek hazzetmem.
***
Montaigne’e göre insanların büyük bölümü, kendilerini gerçek bir entelektüel gibi gösterebilmenin yolunun en anlaşılmaz kitapları okumaktan geçtiğini düşünürler.
Hatta sonuna kadar okumayı başaramasalar bile o kitapların dünyanın en derin kitapları olduğunu düşünürler.
Montaigne bunun bir ‘sersemlik’ olduğunu söylüyor.
Asıl iyi ve güzel olanın basit yazılmış, kolay okunan kitaplar olacağını, bilgiyi bunların daha kolay taşıyıp, aktaracağını vurguluyor.
İçki karışımı konusunda Montaigne’i izliyorum.
Basit olan güzeldir. İçkinin gerçek tadını koruyan basit karışımları tercih ederim çünkü her içkinin kendine özgü karakterine hakaret edilmemesi gerektiğine inanırım.
***
‘Basit kokteylin’ bizim damağımıza en uygunu da kuşkusuz ki rakı-su karışımıyla yapılanıdır.
İçkilerin kendine özgü tadını bozacak kokteyllerin o içkiyi üretenlerin emeklerine saygısızlık olduğunu düşünüyorum.
Tabii bir bilim sayılması lazım gelen ‘miksoloji’yi (içkileri karıştırma bilimi) de küçümsemediğimi belirteyim.
Ama bu konuda dertliyim çünkü Türkiye’de içki karıştırmayı bilen ‘iyi barmen’ ne yazık ki çok az.
***
Nasıl ki iyi bir pilav ve gerçek bir hünkarbeğendi pişiremeyene aşçı denmezse, iyi bir ‘dry martini’ yapmayı bilmeyene de barmen dememek gerekir.
Ve İstanbul’un ünlü barlarında bile iyisinden geçtim; ‘doğrusunu’ yapanına da az rastlanıyor.
Zaten bu içkiyi doğru yapamayanı bar tezgâhının ardına sadece temizlik yapması için geçirmek gerekir. Onu da belirteyim.
Bizim memlekette cehalet genellikle çokbilmişlikle paralel yürür, onun için iyi barlarda bile barmenden bir martini isterseniz size bir İtalyan vermutunu buzla karıştırıp, uzatma ihtimalleri yüksektir. İtiraz ederseniz de ‘huysuz müşteri’ muamelesi görürsünüz.
Bond’un tercihi
Dry martini’nin asıl içkisi cindir ama votkayla yapılanı da eğer yumuşak içimli bir votka kullanıldıysa tamamdır ki James Bond da bunu tercih eder.
Votka, tatsız ve kokusuzdur ama cinin kendine özgü kokusu da vardır, tadı da.
Ardıç ağacı meyvesinden kaynaklanan bu karakter, cine damıtılmış içkiler arasında özel bir yer sağlar.
Dry martini 5 santilitrelik cine, 5 damla dry vermut ve buzla yapılır.
Vermutu soğutulmuş ‘V’ şekilli martini bardağına koyun, bardağın içinde gezdirin, sonra geri kalanını şeykıra koyup aynı işlemi tekrarlayın. Şeykıra buzu koyun, üzerine cin ya da votkanızı ekleyin, kokteyl kaşığıyla içki ve buzu tek yöne doğru çevirerek karıştırıp, bir limon kabuğunun sarı tarafıyla ağzını sıvazladığınız bardağa süzün. Beyaz kısmı çıkarılmış bir parça limon kabuğunu kıvırıp ya da yeşil kokteyl zeytinini de içine koydunuz mu, iş hayatının dertlerinden uzaklaşmaya hazırsınız demektir. (Evde şeykırınız yoksa bir bira bardağı da aynı işi görür. Çalkalamak isterseniz ağzına tersten ikinci bir bardak koymalısınız tabii.)
Usulüne uygun yapılmış dry martini.
Soğutmayı ‘şeykırı çalkalamadan’ yaparsanız cini de yormamış olursunuz ki bu konuda James Bond ile aramızda ideolojik fikir ayrılığı var.
Sean Connery’nin, ‘007 Goldfinger’ filmindeki ‘Vodka-martini, shaken, not stirred’ repliği tarihe geçtiğinden beri, barlarda sonu ölümle bitmese de ciddi tartışma konusu olan bir ideolojik ayrılığın temelleri de atılmış oldu.
Şunu söylemeliyim ki eğer çalkalarsanız içkinizdeki kristal görünüm kaybolur, bardağınıza bulutlu bir hava hâim olur.
Bunu yazdım, çünkü geçenlerde İstanbul’da hem de çok iddialı bir lokantanın barmeni dry martini siparişimizi buzlu vermutla karşıladı.
Klasik söz ama turist de müşteri de iyi servis arar, istediğiniz kadar tesisleri mükemmel yapın, servisiniz kötüyse notunuz kötü olur.
Şunu da hatırlatayım:
‘Azı karar, çoğu zarar’ şeylerin başında alkollü içkiler gelir, aman diyeyim.
Paylaş