MHP’li siyasetçiler ile ilgili kasetli şantaj karşısında AKP’li siyasetçilerin tutumu tam anlamıyla bir “dağınıklık” tablosu gösteriyor.
Birinin dediği, öbürünün dediği ile tutmuyor. Beni ilgilendirmez ama Başbakan hepsini bir araya toplayıp, bu konuda ne söyleyeceklerini iyice belletse partisi için yararlı olur. MHP yöneticilerinin önemli bölümünün istifasıyla sonuçlanan kasetli şantajı CHP yaptırıyormuş. AKP Grup Başkan Vekili Mustafa Elitaş böyle söylüyor. “Kaset olayları, derin güçlerin Silivri-Ankara tünelini hızlı kazmak için yaptıkları operasyondur” diyor. Bu iddialar sayesinde MHP oylarının CHP’ye kaydırılmak istendiğini iddia ediyor. Belli ki hayal gücü geniş bir siyasetçi Mustafa Bey kardeşimiz. Ya da yandaş medyadaki abuk sabuk yorumların etkisi altında kalmış. Diyelim ki bu doğru olsun, şantajı MHP oylarının CHP’ye kaymasını isteyen Ergenekoncular yapmış olsun. Hani bu örgüt çökertilmişti? Bu nasıl bir örgüt ki dört senedir takip altında, mensupları hapishanede ama hâlâ kaset şantajı gibi zor bir işin üstesinden de gelebiliyor. İçişleri Bakanı, MİT uyuyor mu? Öte yandan şu da var tabii: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da “İstifaları görüyorsunuz, bu ülkenin, edep ve adap timsali şairleri, şahsiyetleri varken, maalesef bunlardan nasibini alamayan bazı siyasetçileri de var. İşte MHP liderini görüyorsunuz” diye konuşuyor. Hemen her mitinginde sözü döndürüp dolaştırıp bu işe getiriyor. MHP’lileri “beline sahip olmaya” davet ediyor, “Onlar ahlaksız, ben ahlaklıyım” diyerek MHP’ye verilecek oyları istiyor. Mustafa Bey’in yaklaşımı doğruysa CHP’nin değirmenine su taşıyanlardan biri de Başbakan olmuyor mu? Bu konuyu gündemde tutarak Ergenekoncuların işini kolaylaştırmıyor mu? Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da şöyle diyor: “Kasetler konusunda doğrusu hiçbir şey söylememeye neredeyse yemin etmiş durumdayız.” Arınç, kral ya da padişahlar gibi kendisinden söz ederken “biz” diyenlerden değilse “durumdayız” ifadesi ile genel olarak AKP’lileri tanımlıyor olmalı. Bu konuda bir şey söylememeye “neredeyse yemin etmişler”, ama AKP’de önüne gelen bu konuyla ilgili demeç veriyor. Bu kafa karışıklığı hayra alamet değil, ben söylemiş olayım!
Polis bu işi çözmez, çözemez
ŞANTAJ kasetlerinin doğuracağı siyasi sonuçlar bir yana benim asıl ilgilendiğim mesele bu işi kimin yapmış olabileceğidir. Bir değil, iki değil. Tam on siyasetçiye tuzak kuruluyor. Bu şu anda bildiğimiz sayı elbette. Daha kaç kişiye bu tuzak kuruldu, bilemiyoruz. Evlerine, kaldıkları otel odalarına, sevgilileri ile buluştukları özel yerlere kameralar, mikrofonlar yerleştiriliyor. Ciddi bir istihbarat çalışması yürütülmüş olmalı, bütün bu mekânların tespit edilmesi ve cihazları yerleştirmek için uygun zamanın kollanması için. Yerleştirme işi bittikten sonra görüntülerin kaydedilmesi ve saklanması da gerekiyor. Ve bulunma ihtimalini önlemek için yerleştirilmiş cihazların sökülüp, toplanması da! Türkiye gibi herkesin boşboğazlık yapmayı sevdiği bir ülkede seçimden aylar önce böyle bir hazırlığın yapılması, kasetlerin çekilmesi ve sonra gizlilik içinde saklanması da önemli bir profesyonel deneyime işaret ediyor bence. Sonra da bunları bir düzen içinde yayınlamak geliyor ki bu konuda ele geçirilmiş durumda olan bir “kredi kartı sahibi” de mevcut. Bütün bu süreç MHP içinde hesapları olan bir grup heyecanlı gencin işine hiç benzemiyor. Bu işi yapmak için çok daha örgütlü ve “derin” bir organizasyon gerekli. AKP’nin emrindeki polis ve MİT bu işi çözer mi diye soracak olursanız yanıtım şimdiden hazır: Çözemezler, çözmeyecekler! Çünkü bu işte bu kadar hassas ve becerikli olabilselerdi Deniz Baykal’a yönelik şantajı yapanların kim olduklarını bir yıldır çoktan bulmuş olurlardı.
Silivri’de yer açın, yeni adaylar var!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan üniversite sınavındaki şifreleme ve arkasından gelen yanlış değerlendirme skandallarında sorumlunun kim olduğunu şöyle açıkladı: “İşi gücü zaten o kişinin bu. Sürekli mensubu olduğu yayın organının televizyonunda, köşesinde bu işi tahrik etti.” Ve şöyle devam ediyor: “Etrafında bir grubu daha var. Yazılı medya mensubu! Ondan sonra dalga dalga bu illegal örgütlere kadar uzandı.” Başbakan televizyonda bunu söyledikten sonra kendisine şu soru soruluyor: “Bir medya mensubu bunu niye yapar?” “Diyorum ya görevlendirme var. Görevlendirenler de belli.” Başbakan neredeyse “Ergenekoncular yaptı” diyecek ama diyemiyor. İlginç bir ruh durumu! Başaramadığı bir iş için başkalarını suçlamak, bir günah keçisi icat edip bütün sorumluluğu onun sırtına yıkmak diye özetleyebiliriz bunu. ÖSYM Başkanı’nı atayan “görevlendirilmiş medya mensubu” değildi. ÖSYM Başkanı “bir acemiliktir oldu” derken onu böyle söylemeye zorlayan da “görevlendirilmiş medya mensubu” değildi. ÖSYM’nin 20 küsur bin çocuğun kâğıdını yanlış okumaya sevk eden de “görevlendirilmiş medya mensubu” değildi. Acemi ve beceriksiz birini ÖSYM’nin başına atayan kararnamenin altında Başbakan’ın imzası var. “Bir hata yaptık, bizdendir diye adamı o makama getirdik ama işi yüzüne gözüne bulaştırdı” deyip rahatlamak yerine, suçu “görevlendirilmiş medya mensubuna” yıkmak daha kolay tabii. Yakında Başbakan’ın kastettiği gazetecinin de Nedim Şener ve Ahmet Şık gibi uydurma gerekçelerle tutuklandığını duyarsanız, hiç şaşırmayın!