Paylaş
Ama bu sefer ortalıkta koşuşturan çocuklar yoktu nedense, gözlerim onları aramadı değil.
Çocukların olmadığı bir düğün bence eksik sayılır ama artık genç çiftler, pistin ortasında dans ettiğini zannederek zıplayan çocuklar görmek istemiyorlar.
Dünyanın her yerinde olduğu gibi bizim memlekette de düğün dediğimiz tören esasen geline ait bir olaydır.
Sanırım, “evlilik yıldönümü” diye isimlendirilen günün çiftlerden kadın olana ait olması da bundan kaynaklanan bir durum.
Zaten bu günü hatırlama görevi de kadınlarındır, hem de ailedeki tüm kadınların. Evlilik yıldönümünü unuttu diye karısına sinirlenen erkek hiç duymadım, görmedim ama tersinin çok örneği var.
Dedim ya düğün dediğimiz olay geline aittir ve damadın orada bulunmasının nedeni gelinin başka türlü evlenemeyecek olmasından ileri gelir.
Damadın gıyabında düğün olur mu bilmiyorum, bana olur gibi geliyor aslında. Ama tersi zor, çok zor!
Bir de tabii gelinin o gün bir emir erine ihtiyacı olduğu gerçeğini de ihmal etmeyelim.
Gelinliğin eteği tutulacak, gidenler uğurlanacak, fotoğraflar çektirilecek ve bütün bu eylemlerde gelinin bir yardımcıya ihtiyacı vardır, o da mecburen damat olur.
Damat eğlenemez, canının çektiği masada oturamaz, bekâr erkek arkadaşlarıyla sohbet edemez.
Davetliler de zaten düğüne gelini görmeye gelirler. Takılar ona takılır, hediyeler ona verilir. Damat o sırada boş gözlerle olup biteni seyreder.
Düğünün konukları da aslına bakarsanız kadınlardır, eşleri, sevgilileri mecburen oraya sürüklenirler, düğüne maruz kalırlar.
Erkek davetlilerin hepsi evde pijamayı çekip maç seyretmeyi ister aslında ama bu konuda söz hakkı kadınlardadır, kravat takılır, düğüne gidilir. Bununla da kalmaz, en azından bir-iki dans etmek için masadan kalkmak da gerekir ki bunu canı gönülden yapan erkek çok görülmez.
Zaten pistte de daha çok kadınlar olur, onlar kendi aralarında eğlenmeyi gayet iyi başarırlar, erkekler “ağır abi” havasını kendilerine daha çok yakıştırdıkları için olsa gerek.
Bu genel gözlemleri geçiyorum, bence Türk düğünlerinin en karakteristik özelliklerinden biri çalınan şarkılardır.
Evlilik birlikteliğinin başladığını herkese ilan eden bir tören yapılırken çalan şarkılar ne yazık ki bu işin ciddiyetiyle bağdaşmıyor.
Şarkıların normal olarak evlilik kurumunu yüceltici, bitmeyecek bir sevgiyi vurgulayıcı olması gerekir ama nerede o şarkılar?
En yakışık almayanı da kuşkusuz ki gelinin kız arkadaşlarıyla birlikte bir yandan pistte zıplarken diğer yandan “Seveceğim gezeceğim./Görürsün sana neler edeceğim./Bir yerine bin cezayla hakkından geleceğim senin” şarkısını söylemeleridir.
Gittiğim her düğünde bu sanki bir milli marş gibi çalınıyor ama erkekler gerçekten çok saf, damat uyanıp hemen kaçması gerekirken aval aval piste bakıyor.
Elbette bu şarkıların hepsi nikâh defterinin imzalanıp, evlilik cüzdanının çantaya indirilmesinden sonra çalınır ki zaten damat uyansa da artık kaçamayacaktır.
Geçen hafta not ettiğim şarkılara bakın şimdi, bunlar bir düğünde çalındı!
“Nasıl istedim istedim deliler gibi./Sayıkladım hep sıcak sıcak nefesini./Gel ne olursun gel son defa sev beni.”
Sizce bir insanın düğününde “Son defa sev beni” diyebileceği kim olabilir?
Bir de şuna bakın: “Bu gece gel yarın istersen yine git./Hatta unut ne varsa verdiğim al götür öyle git./Eve kokun siner duvarlara sesin./Hatta unut sen dün gece neredeydin kimle seviştin?” Düğün gecesi sorulacak soru mu şimdi bu?
“Denizleri aş da gel kurbanın olam./Kurtar beni buralardan ne olur!” Düğün gecesi denizleri aşıp gelerek gelini kurtarması istenenin damat olamayacağı çok açık değil mi?
Bir de “fasulye” havası var, düğün gecesi bununla göbek atılıyor: “Seviyorsan candan,/boşan gel kocandan!”
Bu fesatlıklar hep Ajda’nın başının altından çıkıyor, farkındaysanız: “Ben senin yerinde olsam,/ ufak ufak uzarım durmam,/pılımı pırtımı toplar giderim!” Bir düğünde böyle bir öğüt verilir mi insanlara?
Düğün boyunca elimde koca bir liste oluştu.
Sanıyorum asıl sorun saf aşkı anlatan şarkılarımızın acıklı olmasında.
Evet, gerçi biz Türkler acıklı türkülerle göbek atmaya da meyilliyizdir ama en neşeli şarkılar, galiba hep böyle kaçak–kuçak işlerle ilgili oluyor.
Nur içinde yat Mehmet Ali
MEHMET Ali Birand, değerli bir insan ve önemli bir gazeteciydi.
Vakitsiz ölümüyle ilgili olarak benim için tek teselli son güne kadar işinin başında olabilmesidir. Bu mesleğe aşk ile bağlıydı ve ameliyat olmak üzere hastaneye gitmeden önceki uğrağı yine gazetesiydi.
Sevgili eşinin, oğlunun, yakınlarının, arkadaşlarının ve okuyucularının başı sağ olsun.
Allah rahmet eylesin.
Paylaş