GEÇENLERDE okuduğum bir yabancı dergide Girard-Perragaux saatlerinin bir reklamını gördüm.
Reklamın sağ üst köşesinde Paul Gauguin’in "Tahitili kadınlar" dizisinden bir tablo vardı.
Altında şöyle yazılıydı: "1892: Bir tekne yolculuğuna satıldı."
Aynı tablo ilanın alt köşesinde yine basılmıştı. Ve üzerinde şöyle yazılıydı: "2006: 40 milyon Euro."
İlanın başlığı ise tek kelimeydi: Beklemek!
Reklamı hazırlayan yaratıcılar belli ki yeterince beklersen her şeyin istediğin gibi olabileceğine inanıyorlardı.
Oysa Gauguin, her şeyin istediği gibi olmasının yolunu "beklemekte" değil, "harekete geçmekte" bulmuştu.
Boyalarını alıp Tahiti’ye kadar kaçmasının nedeni, giderek tekdüzeleşen yaşamından kurtulmak, kendisine yepyeni bir hayat kurmak isteğiydi.
Tek dişi kalmış medeniyet canavarının o tarihte hálá ulaşamadığı bu cennette, yaşamın kökenini, aşkın ve ölümün anlamını sorgulayacaktı.
"Nereden geliyoruz? Kimiz? Nereye gidiyoruz?" isimli başyapıtı bu sorgulama sürecinin bir sonucuydu.
İlana bakarken "yeterince beklemenin" ancak "yatırımcılar için" geçerli bir durum olabileceğini düşündüm.
Yaşamınızı bir yatırımcı gibi yönlendirmiyor, hayatın içindeki duruşunuzu bir muhasebe cetvelindeki girdiler-çıktılar olarak belirlemiyorsanız yapmamanız gereken bir şeydir bu.
"Beklemek" belki bazı durumlarda iyidir, para da kazandırabilir, ama o arada yaşamınız da elinizden uçup gidebilir.
Reklamı hazırlayanlar bunu hiç düşünmemiş olmalılar.
Önemli olan isteme cesaretidir
DEFALARCA seyrettiğim halde, yeniden her seyredişimde ayrı bir tat aldığım "Kaplan ve Ejderha"(Crouching Tiger, Hidden Dragon) isimli filme esin kaynağı olan bir Çin atasözü var: Başarma gücü, isteme cesaretinde saklıdır!
O filmi her seyrettiğimde, havada uçan, bildiğimiz her türlü fizik kuralını yok eden insanlara bakınca bu sözün doğru olabileceğini düşünmüşümdür.
Filmin sonunda, yüksek dağların eteklerindeki bulutlara doğru uçup giden kahramanların yaptığını, yeterince istersem yapabileceğime bile inandığım olmuştur.
Geçen cumartesi Midyat’tan yazdığım yazı üzerine bir okuyucum bana böyle bir not yolladı: Başarma gücü, isteme cesaretinde saklıdır!
O yazıda, Midyat’taki otel odasının penceresinden bakarken karşımda uzanan büyük boşluğun içimde yarattığı yaşamı sıfırlama ve her şeye yeniden başlama isteğini anlatmıştım.
Bir okuyucum da Şebnem Ferah’ın bir şarkısını yolladı, benzer şeyler söyleyen bir şarkı.
Türkiye’nin en şahane rock şarkıcısı Şebnem Ferah, bu şarkısında şöyle diyor:
"Gücün var mı sevgilim / Derin sularda inci tanesi aramaya / Cesaretin kaldıysa / Hálá benle aşkı konuşmaya / Sil baştan başlamak gerek bazen / Hayatı sıfırlamak / Sil baştan sevmek gerek bazen / Her şeyi unutmak."
Sorun da esasen budur zaten.
Yaşamının iplerini kendi eline almak ya da alamamak!
Bizleri istediği gibi oynatan görünmez kuklacıdan kurtulup, kendi yaşamının menkıbesini yazabilmek. Her şey ama her şey o sol göğsün altında atıp duran yumruk büyüklüğündeki organın içindedir.
Názım’ın dediği gibi, "yeter ki kararmasın sol memenin altındaki cevahir."
Başarmak için önce istemek gerekir, yeterince istemek!
Haksız tahrik deyip geçemeyiz
SEVİŞMEK istemeyen karısını öldüren kocanın cezasında "haksız tahrik" indirimi yapan Yargıtay kararı, geçen hafta en çok konuşulan konulardan biriydi.
Yargıtay da pek alışık olmadığımız bir şekilde eleştirilere karşı bir açıklama yapma ihtiyacını duydu.
Bütün bu gelişmeleri gazetede okuduğunuz için burada tekrarlamayacağım.
Ancak takıldığım bir konu var.
Yargıtay, kadının kocasını yataktan atmasını ve küfür etmesini "haksız tahrik" olarak niteliyor ve cezada bu nedenle indirime gidiyor.
Olayın olduğu gece, o odada iki kişi vardı. Katil ve maktul!
Maktulün konuşma olanağı yok, olayı katilin anlattığı şekilde biliyoruz.
Yargıtay da bu anlatıma göre "haksız tahrik" sonucuna varıyor.
Sormak istediğim de bu zaten: Katilin bu konuda doğru söylediğini kim biliyor?
Birçok cinayet davasında sormamız gereken bir soru bu.
Bir insanı öldürmüş bir kişinin gerektiğinde her türlü yalanı kolayca söyleyebileceğine kuşku duyanımız var mı?
"Haksız tahrik" indirimine bir itirazım yok elbette.
Ama herhalde "haksız tahrik" iddiasının da kanıtlanabilir, elle tutulur delillere dayandırılabilir olması gerekmiyor mu?