Paylaş
Başdanışman, deyim yerindeyse hükümete “haddini” bildiriyor ve Cumhurbaşkanı’nın hem hükümetin hem de devletin başı olduğunu hatırlatıyordu.
Bu durum Başbakan Ahmet Davutoğlu’na soruldu ve Başbakan şu yanıtı verdi:
“Herhangi bir başdanışmanın, bürokratik anlamda varsa böyle bir açıklamasına cevap vermek gibi bir tutum içine girmedim, girmem. Türkiye’de devletin başı anlamında Cumhurbaşkanı’nın, hükümetin başı anlamında Başbakan’ın yetkileri bilinir.”
Bu sözler, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı’nın hükümetin bir bakanına cevap yetiştirirken kullandığı üslubun ve kelimelerin Başbakan’da rahatsızlık yarattığı izlenimini uyandırıyor.
Başbakan net bir şekilde Cumhurbaşkanı’nın devletin başı olduğunu, hükümetin yönetimi konusunda yetkinin de kendisinde olduğunu ifade ediyor.
Saray’daki başdanışmanlar ordusunun, adeta bir “paralel hükümet gibi” davranma eğilimlerinden duyulan rahatsızlığın bir ifadesi olarak da görülebilir.
Bunun devletin zirvesinde bir çatlağa işaret etmemekle birlikte “çift başlılığa” bir tepki olduğunu Saray’ın görmesi gerek.
Kamu görevlilerinin sorumluluğu
İKİ yıl önce Kemerburgaz’da kiraladıkları deniz bisikletinin alabora olmasıyla hayatlarını kaybeden beş kişi ile ilgili davada yeni bilirkişi raporu mahkemeye sunuldu.
Tahmin edileceği gibi bisikleti herhangi bir önlem almaya gerek görmeden kiraya veren işletmeci ve kazada hayatlarını kaybedenler de tedbirli olmadıkları için kusurlu bulundular.
Bilirkişi raporunun asıl ilginç yönü bu kaza nedeniyle bazı kamu görevlilerinin de kusurlu bulunduğunun açıklanması.
Bilirkişi raporundaki şu bölümü okuyalım:
“Sanığın yasal izin ve ruhsatı olmadan 6 yıl gibi bir süre faaliyet gösterdiği, yasaya aykırı olarak çalışan işyerinin faaliyetten men edilmesi gerekirken bunun sağlanmadığı anlaşılmakla, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Büyükçekmece Belediyesi ve mahalli en büyük mülki amiri ve ilgili kolluk kuvveti olayda idari yönden sorumludur.”
Bizim kamu yönetimi sistemimizde, görevlerini gerektiği şekilde yapmayan, kanunları, yönetmelikleri uygulamayan, “adamsendeci” kamu görevlilerinin neden oldukları zararlar ve can kayıpları genellikle cezasız kalır.
Oysa işini düzgün yapan bir tek kamu görevlisi bile birçok şeyi değiştirebilir.
Bu örnek olayda da aynı şey oldu. Belediye ve mülki idare görevlileri işlerini düzgün yapmış olsalardı, o beş kişi hayatını kaybetmeyecekti.
İşletme zamanında kapatılacak ya da gerekli önlemleri alması sağlanacaktı.
Ama hiçbiri gözlerinin önünde altı yıldır süren hukuksuzluğa sesini çıkarmadı ve sonunda beş kişi hayatından oldu.
Şimdi mahkemenin bu işteki sorumluluğu bulunan kamu görevlilerini cezalandırıp cezalandırmayacağını bekleyeceğiz.
Bu tür ihmaller cezasız kaldıkça, bu iş düzelmiyor.
Batı bedelini ödemek zorunda
AVRUPA’ya mülteci akınını engellemek için Almanya Başbakanı Merkel’in önerisi, 2 bin kişinin üzerinde olan günlük geçiş sayısının üç haneli rakamlara düşürülmesi.
Yani Merkel istiyor ki her gün maksimum 999 kişinin Avrupa’ya geçmesine izin verilsin ve böylece Mülteci Ortak Eylem Planı uygulanabilir hale gelsin.
Bu gerçekleşirse Almanya, mülteci akımındaki esas yükü üzerine alacak, mülteci kabulü konusunda gönülsüz olan AB üyelerini de ikna edecek.
Kolayca işleyebilecek bir plan değil.
AB üyelerinin önemli bölümü mülteci alımı konusunda isteksizliğini koruyor.
Bu da özellikle küçük nüfuslu ülkeler açısından anlaşılabilir bir durum.
Dilleri, dinleri, gelenekleri farklı bir topluluğu içlerine almak onları korkutuyor.
Bu korkudan beslenen ırkçı politik akımlar da bu işi güçleştiriyor.
Ama korkunun ecele faydası olmayacağını da görmeliler, çünkü bu mülteci akınını engellemek mümkün değil ancak kontrol altına alınarak bir düzene sokulabilmesi sözkonusu olabilir.
İtalya ve Yunanistan’a geçen yıl 1 milyon 200 bin mülteci denizyoluyla geçmeyi başardı.
Dört binden fazla insanın da boğularak öldüğü biliniyor.
Bu akının önü de kesilecek gibi değil.
Suriye ve Libya başta olmak üzere Afganistan ve Irak gibi ülkelerde artık insanlar daha fazla yaşayamayacaklarını gördüler.
Çoğunun oturacak evi bile kalmadı, ülkeleri harap oldu, ne zaman toparlanabilecekleri de son derece belirsiz.
“Demokrasi ihracı” çabasının bu ülkeleri getirdiği yer burası oldu.
Batı dünyası, yanlış hesaplarla kalkıştığı işin bedelini ödemek zorunda.
Türkiye ve Ürdün dışındaki Müslüman ülkelerin de bu sorun kendilerini hiç ilgilendirmiyormuş gibi davranıyor olmalarını da ayrıca not etmek gerek.
Paylaş