ÜNİVERSİTE rektörlerinin, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü’nü hapishanede ziyaret etme girişimlerini Başbakan Recep Tayip Erdoğan şöyle değerlendirmiş:
‘Biz Pakistan’a gidiyoruz, önümüzdeki günlerde Yemen’e, Kuveyt’e gideceğiz, sonra İngiltere’ye geçeceğiz. Bizdekiler de Van’a gidiyor. Seyahatiniz hayırlı olsun. İşinize bakın işinize.’
Bu sözleri gazetede okuyunca Başbakan’ın sinirlerinin yine bozuk olduğunu düşündüm.
Bu nasıl bir kıyaslamadır, anlayamadım. Birisinin kendisi öyle uygun gördüğü için şuraya, buraya gidiyor olması, başkalarının başka başka yerlere gidiyor olmasını neden değersiz ve anlamsız kılsın.
Van, Yemen ve Kuveyt’ten daha önemsiz, değersiz bir yer mi ki Başbakan oraya gidenleri eleştirmek ihtiyacı duyuyor?
Biliyorsunuz, Başbakan, Van Üniversitesi Rektörü’nün tutuklanması ile hükümetin bir ilgisi olmadığını her fırsatta tekrarlıyor.
Madem bu işin hükümetle ilgisi yok, Başbakan bu tutuklama nedeniyle rektörlerin Van’a gitmesine neden alınganlık gösteriyor?
Başbakan İstanbul’da böyle davranınca, bazıları da Van’da tekbir getirerek rektörlerin arabalarını yumruklama cesaretini kendilerinde buluyorlar doğal olarak.
Sadece bu tekbirli şiddet gösterisi bile Van’da neler olduğunu ciddi olarak merak etmemizi gerektiriyor.
Suçüstü yakalanan hırsızların, rüşvetçilerin bile tutuksuz yargılandıkları bir ülkede, her zaman kolayca ulaşılabilecek bir üniversite rektörünün neden tutuklu yargılanması gerektiğini anlayamayanlar arasında ben de varım.
Öte yandan aklımızdan çıkarmamamız gereken bir gerçek daha var: Daha tamamlanmamış bir yargılama sürecinde bu tutuklamaya karşı çıkanların da tepkilerini göstermekte aşırıya kaçtıklarını düşünüyorum.
Hem Başbakan’ın, hem de YÖK’ün tavrının işin gerçeğini öğrenmemizi engelleyecek düzeylere vardığı kanısındayım.
Artık bırakın da yargı süreci tamamlansın, deliller ortaya konsun ve hüküm verilsin.
Van Rektörü gerçekten ‘gerici bir komplonun’ kurbanıysa, bunun hesabını o zaman hep birlikte daha ağır soralım diyorum.
Sarı kartı hakem hak etmiş!
GALATASARAY-Denizlispor PAF takımları arasındaki maçta Galatasaraylı Özgürcan,‘futbol sahalarımızda hep görmek istediğimiz’ bir örnek davranış sergilemiş. Attığı golde, topu eliyle oynadığını söyleyerek hakemin golü iptal etmesini sağlamış.
Hürriyet’in haberine göre hakem, Özgürcan’ın bu uyarısıyla golü iptal etmiş ve oyuncuya sarı kart göstermiş.
Ve bence hiç de doğru yapmamış!
Sarı kart göstermek, oyuncuyu saha içinde futbol kuralları içinde dürüstçe oynamaya davet etmek anlamına gelir.
Yani istemeyerek de olsa rakibini sakatlayıcı hareket yapmayacaksın, oyunu futbol kuralları dışına çıkarak kasten durdurmayacaksın, hakemi yanıltmaya yönelik davranışlar içinde olmayacaksın.
Özgürcan’ın davranışı ise, hakemin yanıldığı bir pozisyonda ona yardımcı olmak anlamına geliyor. Yabancıların ‘fair play’, bizim ‘dürüst oyun’ dediğimiz şey tam da budur işte.
Bu oyuncuya sarı kart göstermesi, sarı kartın neden futbol oyununun içine girdiğini bizzat hakemin bilmediğini de ortaya koyuyor.
Bence burada sarı kartı hak eden hakemden başkası değil.
Federasyon, Özgürcan’ın sarı kartını, herkese iyi bir örnek olması için iptal etmelidir.
Transit geçiş efsanesi
İSTANBUL Boğazı’na yapılacak üçüncü köprünün, Boğaz’ın ‘kuzeyine’ yapılmasının düşünüldüğünü söyleyen Kadir Topbaş’ın açıklamasında şöyle bir gerekçe vardı: Üçüncü köprü, daha kuzeye yapılacak çünkü transit trafik buraya kaydırılarak, kent trafiğinin rahatlaması hedeflenecek.
Eğer, bu açıklamayı da Başkan Vekili İdris Güllüce, Başkan Topbaş’tan ‘habersiz’ olarak yapmadıysa, Başkan’ı birileri yanıltıyor, haberi olsun,
Ben soruşturdum, şöyle bir tablo çıkıyor:
Herkes biliyor, Boğaziçi Köprüsü, kamyon trafiğine kapalı. Günlük ortalama trafik karşılıklı iki yönde 220 bin civarında ve bunun yalnızca binde beş ile yüzde 1’i kadarı ağır vasıta.
Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nden günde ortalama iki yönde 230 bin araç geçiyor ve bunun sadece yüzde 3-5’i kadarı ağır vasıta.
Yani, transit araçların köprüleri kullanarak kent trafiğini etkiledikleri iddiası, köprüyü ‘kuzeye’ yaptırmak isteyenlerin uydurduğu bir efsaneden başka bir şey değil.
Ben, yeni köprülerin İstanbul’un trafik sorununu çözmek bir yana kentsel gelişimini de bozacağına inanıyorum.
Öte yandan, Boğaz’a iki köprünün yetmeyeceğini düşünenler ise Boğaziçi Köprüsü’nün hemen yanına raylı geçişi de içeren bir üçüncü köprünün daha yararlı olacağını söylüyorlar.
Köprüyü ‘ille de kuzeye yapalım’cıların ısrarlarının asıl nedenini gerçekten çok merak ediyorum.