BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan ve eşi, önceki gün Ankara’daki Beykoz Paça ve İşkembe Lokantası’na gittiler.
Gazetelere yansıdığına göre masaya servis edilen yemekler şöyleydi:
Damardan tuzlama, yaprak ve patlıcan dolması, kaşarlı pide, söğüş salata, İnegöl köfte, kaşarlı köfte, kokoreç ve kelle. Yemekte ayran, soda ve havuç suyu da içilmiş.
Kimsenin ne yediğinde gözüm olmaz. Afiyet olsun dileklerimi iletiyorum.
Başbakan’ın kendisine sunulan bu yemeklerin hepsini yemediği, ucundan kenarından tattığı da gazetelerde yer aldı.
Her ne kadar siyasi görüşlerimiz uyuşmasa da kendisi bu ülkenin Başbakanı ve bence sağlığına biraz daha özen göstermesi gerekiyor.
Hatırlayacaksınız, bir ramazan günü, otomobilinde kilitli kaldığı bir rahatsızlık da geçirmişti. O zaman gazetelerde rahatsızlığının ani şeker düşüşü olduğuna ilişkin haberler de yer almıştı.
O gün öğrendiklerimiz ile önceki gün yemekte "tadılan" yemekler arasında ciddi bir problem var.
Elbette kendisine bu konuda yol gösteren hekimlere sahiptir ama kamuoyunun sesine de kulak vermeli ve rejimine biraz daha özen göstermeli.
"Adam ne yerse yesin, sana ne kardeşim" demeyin.
Bu durum bizleri de ilgilendiriyor çünkü Başbakan’ın vücut kimyasındaki dalgalanmaların yol açtığı gerilim yüklü siyasi hava hepimizi etkiliyor.
Başbakan, Radikal Genel Yayın Müdürü’ne gerilimi düşürmek istediğini söylediğinden beri başımız gerilimden kurtulmuyor.
Muhalefete, medyaya, partisinin adının söylenişine bile bazen öyle sert çıkışlar yapıyor ki bu durumun daha çok bu vücut kimyasındaki dalgalanmalardan kaynaklandığını düşünüyorum.
Onun için çok rica ediyorum, yediğinize içtiğinize biraz dikkat edin lütfen!
Başbakan’a soru: ’Gizli anlaşma’ neden yapılır?
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, mayınlı arazilerin temizlenmesi ile ilgili tartışmaya yeni bir boyut getirdi.
Partisinin Kütahya’daki toplantısında yaptığı konuşmada AKP hükümetlerinden önceki koalisyon hükümetini suçlayarak "İsrail ile gizli anlaşmalar yapıldığını, gizlilik kaydı olmasa bunları açıklayacağını" söyledi.
Demek ki Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail arasında imzalanmış gizli bir takım anlaşmalar var.
Başbakan’ın şunu kendisine sorması gerekirdi:
Bu anlaşmalar neden gizli?
Demek ki Türkiye’nin ulusal çıkarlarının gerektirdiği bir durum var.
Ulusal çıkarlar açısından bir zorunluluk görmüyorsa, bu anlaşmalardaki gizlilik kaydını kolayca kaldırabilir. Hükümet onda, TBMM’de çoğunluk elinde!
Bunu yapmadığına göre kendisi de bu anlaşmaların gizliliğinin devamını doğru buluyor olmalı.
Yani ortada gerçekten tuhaf bir durum var.
Bir devlet ile yapılan bir anlaşmanın gizli tutulmasının nedeni, her iki devletin de başka devletlerden gelebilecek tepkilere karşı kendilerini korumak istemeleridir.
Anlaşma bu nedenle gizli tutulur ve hatta anlaşma yapıldığı da gizli tutulur.
Kimse çıkıp "Biz filanca ülkeyle gizli bir anlaşma yapıyoruz, ey Dünya haberin olsun" demez.
Şimdi Başbakan çıkıp "İsrail ile gizli anlaşmalarımız var" dediğine göre, bu anlaşmadan rahatsız olması gerekenlerin "Nedir o" diye sorması, Türkiye ile ilişkilerinde tedbirli davranması kaçınılmaz olur.
Elbette öyle bir gizli anlaşma gerçekten varsa!
Bizde siyasetçilerin, günlük siyasi çıkarlar uğruna olmamış şeyleri varmış gibi göstermeye çalışmaları da yadırganacak bir durum değildir çünkü.
Gerçek hayatta böyle yapanlara "palavracı" denilir ama siyasetçilerimizin dünyasında bunun adı "politika yapmak"tır.
Akman’a ’yakışan’ esasen budur
BAŞBAKAN Yardımcısı Bülent Arınç’ın dilinde tüy bitti ama yine de Zahid Akman, RTÜK Başkanlığı koltuğundan bir türlü kopamıyor.
Akman’ın mal varlığına tedbir konulmasının ardından Bülent Arınç bir kez daha konuştu ve "Gelişen durum karşısında kendisine yakışanı yapmalıdır" dedi.
Bu sözlerden "Zahid Akman’a yakışan tutumun" istifa etmesi anlamını çıkartıyorum.
Oysa bana göre Akman, tam olarak da kendisine yakışanı yapıyor.
Bu tür söylentiler karşısında istifa etmek, bürokratik etik meselesiyle ilgili.
Ama tersinden de düşünmek gerek: Bu tür etik konularını kendisine sorun yapabilecek bir kişi, zaten en başından itibaren bu tür bir organizasyon içinde yer almazdı.
Alman mahkemelerinin verdiği karar, yardım toplama görüntüsü altında ciddi bir kaynağın toplandığını ve yardım amacı dışında kullanıldığını gösteriyor.
Yine Alman savcının ve yargıcın sözlerinden anladığımız kadarıyla Akman, bu para trafiğinde önemli bir yer işgal ediyor.
Bu durumda Türkiye’de bir yargılama yapılıp yapılmamasının da bir önemi yok zaten.
Mesele gayet açık ve kamu vicdanı Alman mahkemesinin kararıyla bir ölçüde tatmin edilmiş sayılır.
Suçun Türkiye’de de devam edip etmediğini Türkiye’deki soruşturma ve olursa yargılama sonunda öğreneceğiz. Alman mahkemesi kararının gösterdiği ise Akman’ın bu suçu, Almanya’da işlediğidir.
Böyle bir suça iştirak etmiş bir kişiden de Arınç’ın beklediği türden bir "etik değerlendirme" beklemek yanlıştır.