Paylaş
Bu konudaki durumumu da tekrar netleştirmek istiyorum, bu köşeyi okuyanlar bölük pörçük yazıları birleştirmek zorunda kalmasınlar, hangi tarafta olduğumu rahatlıkla görebilsinler.
1– Bugüne kadar hep şunu söyledim: Önce silahlar sussun! Silahlar sussun ki birbirimizi duyabilelim, meseleyi nasıl çözebileceğimizi konuşarak bulabilelim.
Onun için PKK’nın silahlı adamlarını sınır dışına çıkarmasını olumlu buluyorum. Bu sürecin kazasız atlatılması için herkesin elinden geleni yapmasının gerektiğini düşünüyorum. Sorunu çözeceksek, önce silahlar susacak, başka çaresi yok.
Bununla ilgili eleştirdiğim konu, hükümetin ve yandaş medyanın bu işi fazla hafife aldığına ilişkin izlenimimdir. Bu “Asker kafasını ters tarafa çevirsin, çıkıp gitsinler” diye bakılabilecek bir süreç değildir.
2– PKK’nın sınır dışına çekilmesi ile ilgili görüşmeler PKK ile yapılmayacaktı, kiminle yapılacaktı? Onun için MİT’in Öcalan ile görüşmesi de doğrudur, BDP’lilerin Kandil ve Avrupa arasında postacılık yapması da!
3– PKK terörü sorunu 30 yıldır sürüyor ve hiçbir askeri yöntem bu sorunu çözmeyi başaramadı. Bu sorunu çözmek için bir politika değişikliği gerekiyordu, AKP hükümeti ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu değişiklik için bir adım attılar, önemli bir adımdır, destekliyorum.
4– Ancak hükümetin genel tutumuna bakınca bunu Anayasa değişikliği için bir manevra gibi görüyor olmalarından kuşkulanıyorum. Kürt sorunu çözülürken, başımıza bir diktatör sorunu çıkmasından endişe ediyorum.
5– PKK ile görüşülmeye başlamadan önce Türkiye, insan haklarına saygılı bir demokrasi olmayı başarabilseydi, PKK marjinalleşecek, etkisi ve gücü azalmış olacaktı. Böyle bir durumda bugün ortaya çıkan itirazların çoğunu da duymayacaktık. Hem bugünkü hükümetin, hem de bugün PKK ile görüşülmesine karşı çıkanların, geçmişte demokratikleşme ne zaman gündeme gelse yan çizdiklerini de unutmuyorum. Sorun, Türkiye siyasal yelpazesinin her renginin demokrat olmamasıdır.
6– Hükümetin bugün atılacak bazı demok-ratikleşme adımlarını, süreç ile ilişkilendirmesinin yanlış olduğunu söylememin nedeni de budur. Demokratikleşmemiz, insan haklarına sahip çıkmamız PKK’nın keyfine bırakılmamalıydı.
7– Süreç ile ilgili muhalefet silah bırakmaya değil, bunun ile ilgili olarak nasıl pazarlıklar yürütüldüğünün bilinmemesine yöneliktir. Hükümet bir yandan her şeyi herkesin gözünün önünde yapmak istiyor, herkes arkasında yer alsın istiyor gibi görünüyor ama TBMM’yi de ısrarla devre dışında tutmaya çalışıyor.
8– Türkiye’nin bölüneceğinden endişe edenler var, “yabancı güçlerin” parçalanmış bir Türkiye’nin yanı sıra güçlü bir Kürt devleti kurmak istediklerine inananlar da var. Bölünmenin de “güçlü Kürt devletinin” de Türkiye’nin Kürt sorununu çözememesi halinde gerçekleşeceğini düşünüyorum. Ya çözeceğiz ve birlikte yaşayacağız ya da çözemeyeceğiz ve herkes kendi yoluna gidecek. Eski tip askeri yöntemleri kullanarak varabileceğimiz yer de zaten orasıdır.
9– Bu sorunumuzun çözümüne “Ne vereceğiz, ne alacağız” denkleminden bakmak yanlıştır.
Tartışacağımız şey insan hakları ve demokrasinin güçlendirilmesidir. Bu ülkeye demokrasi gelecekse Kürtler için olduğu kadar Türkler için de gelecek, bu bir alışveriş meselesi değildir.
10– Bir tek adam rejimi kurmaya heveslenen, Türkiye’nin seçimle işbaşına gelmiş ilk diktatörünü yaratacak Anayasa değişikliklerini savunan Başbakan ve partisinin samimi olduğuna inanmıyorum. Sorunumuzun çözümünü demokraside görüyorlarsa, neden bir tek adam rejimi yaratmak için ittifak arayışındalar?
Benim durduğum yer aynı
BU memleketteki temel sorunlarımızdan biri kimsenin kimseyi dinlememesidir.
İnsanları kafalarımızda kategorize ederiz, önyargılarımız vardır, insanlarla ilgili kararlarımızı buna göre veririz.
Benim gibi her gün yazarak düşüncelerini ifade etme olanağına sahip birisi bile derdini anlatamamaktan yakınıyorsa, bu olanağa sahip olmayanların sıkıntılarını tahmin etmem zor değil.
AKP hükümetinin uygulamalarına ve politikalarına karşı çıkan yazılar yazdığım için bir kesime göre “ulusalcı, askerci, faşist” oluyorum ve bütün bunlarla birlikte nasıl olabiliyorsam aynı zamanda da “komünist” sayılıyorum.
Ergenekon, Balyoz ve KCK gibi davalarda ağır hak ihlallerinin olduğunu, adil yargılama yapılmadığını düşündüğüm için de “vesayetçi, Balyozcu, Ergenekoncuyum”.
Oysa sadece demokrat olmaya çalışıyorum, bu kadar iddialı bir kişiliğim yok.
“Barış süreci” ile ilgili olarak yazdıklarımdan da farklı kişiliklerim ortaya çıkıyor. Bazılarına göre “barışa karşı bir şahin”mişim. Bazılarına göre de “vatanın bölünmeye gittiğinin farkına bile varmayan birisi”!
Oysa bu konuda da sadece demokrat olmaya çalışıyorum, başka bir derdim yok.
Beni hiç tanımayan insanlara bakılırsa bir o uca savruluyorum, bir bu uca. Ama bir yere gittiğim yok, bir gazete köşesinde yazmaya başladığımdan beri, ki aşağı yukarı 16–17 sene oluyor, hep aynı siyasi noktadayım.
Fazıl Say’ın mahkûmiyeti ile ilgili eleştiriler yazdım ve hep olduğu gibi bir kesimin tepkisini çektim. En çok da şu eleştiriye muhatap oldum: “Fazıl Say’ı savunuyorsun ama Tayyip Erdoğan bir şiir okuduğu için hapse mahkûm olunca bir şey yazmadın!”
Önce bir–iki okuyucuya o gün yazdığım yazıyı gönderdim ama baş edilecek gibi değil, sayı arttıkça artıyor!
Bu yazıyı yazmamın nedeni de budur. Erdoğan mahkûm edildiğinde ne yazdığımı merak eden okuyucular, internette Radikal arşivinden 22 Nisan 1998 tarihindeki “Düşündüğünü ifade etmek herkesin hakkı” başlıklı yazımı okuyabilirler.
Göreceksiniz ki benim durduğum yer değişmedi, sadece dünya etrafımda dönüp duruyor!
Paylaş