‘Baaayanlarla’ ilişki meselesi!

ERGENEKON savcıları, telefonları dinlenen bazı yargı mensupları için Adalet Bakanlığı’nca inceleme başlatılmasını istemiş. Gerekçelerden biri “bayanlarla ilişki kurmak”!

Haberin Devamı

Bunun nasıl bir disiplin suçu olduğunu bilemiyorum elbette. Eğer bu “ilişki” makamın kötüye kullanılması ile gerçekleşiyorsa durum farklıdır, “özel hayatını istediği gibi yaşamak” ise çok daha farklı.


Buna karar verebilecek durumda değilim. Ancak bu “bayan” lafını duyunca, tahtaya tebeşirin ters sürtülmesi gibi bir duygu uyanıyor içimde, sinirlenmeme engel olamıyorum!


“Bayan” kelimesinin “kadın” kelimesinin yerine kullanılmaya başlanması, lümpence bir kibarlaşma çabası aslında.


Normal olarak bir ismin önünde kullanılması gerekiyor. Mr. ve Mrs. gibi! Ama kısa bir dönem haricinde Bay Mehmet, Bayan Meltem gibi bir hitap tarzı bizde kullanılamadı.


12 Eylül öncesinde, ismin önündeki “bay” kelimesi TBMM’de “sayın” dememek için kullanıldı. Alpaslan Türkeş çok yapardı bunu: “Bay Ecevit” derdi.

Haberin Devamı


Değişim önce gecekondulaşmayla birlikte ortaya çıkan minibüsler ile başladı. O zamanlar minibüslerde “muavinler” olurdu ve onlar kadınlara “baayan” diye ilk “a”yı uzatarak hitap ederlerdi.


Köylüleşme
o boyutlara vardı ki şimdi artık haber bültenlerinden tutun da, savcı iddianamelerine kadar her yerde “bayan”, “kadın” sözcüğünün yerine kullanılıyor.


“Kadın”ın yerini “bayan”a terk edişinde esas rolü toplumsal bilinçaltımızın oynadığını düşünüyorum.


Çünkü “kadın”ı esas olarak “ikinci sınıf” bir tür olarak kabul ediyoruz ve insan cinsinin dişisinden söz ederken “bayan” demenin kibarlık olduğunu zannediyoruz
. Yüz yüze hitaplarda “bey” karşıtı olarak “hanım”ı kullanıyoruz ama kimliği belirsiz bir kadından söz ederken, “erkek” karşılığında tercih edilen kelime “bayan” oluyor.


Okumuş yazmış insanların ağzına ise hiç yakışmıyor, bir kez daha söylemiş ve “uyarı” görevimi yerine getirmiş olayım!

 

Özaydınlı niye gitti Kiğılı niye geldi?

 

ERMAN Toroğlu, perşembe günü Hürriyet Spor’daki köşesinde şöyle bir yazı yayımladı:

“Özaydınlı niye gitti? - Fenerbahçeliler, Fenerium mağazalarından övgüyle bahsediyorlar. Kulüp, Fenerium’u yere göğe sığdıramıyor. Ama işin sonunda Fenerium’un başındaki Murat Özaydınlı’yı görevden alıyorlar. Abdullah Kiğılı’yı getiriyorlar. Acaba neden? Vardır bir bildikleri veya sebepleri!”

Haberin Devamı

Hürriyet Spor’daki değişimi ilgiyle izliyorum. Canlı ve hareketli bir spor sayfasına dönüştü ve diğer gazetelerde de bunu taklit çabası görülüyor.

Başta Mehmet Aslan olmak üzere emeği geçen arkadaşları kutlarım.

Ancak bir “ağabey nasihati” de vermek zorundayım.


Temelinde sağlam bir haber olmayan sansasyon yarar değil, zarar getirir.


Fenerbahçe’de Fenerium’lardan sorumlu yönetim kurulu üyesinin Abdullah Kiğılı olmasının nedeni biliniyor: İş çok büyüdü ve Kiğılı gibi bir perakende ustasının bu işin başına getirilmesinin nedeni de bu.


Özaydınlı
bu görevini bıraktı, çünkü onun kurup geliştirdiği sistemin artık profesyonel ellere bırakılması gerekiyordu. İkinci neden de bunca yıldan sonra ihmal ettiği kendi kişisel işlerini toparlamaktı.

Haberin Devamı


Toroğlu’
nun yazısında ise bir “ima” var! Olabilir, köşe yazarları bazen aldıkları duyumları ima yoluyla yazabilirler.


Ancak gazete yöneticisinin görevi “imayı” öylece yayımlamak değil, araştırıp gerçeği de ortaya çıkarmaktır.


“Vardır bir sebebi”
yeterli bir açıklama değil. O sebep neyse bulunup o yazılmalıydı.


Bence Hürriyet Spor, başarıyı yaptığı yenilikte ve haberciliğinde aramalı, mesnetsiz sansasyon ve iddialarda değil!

 

Araya ‘yastık’ koymak!

 

CEM Uzan ile Alara Koçibey’in evlenmeden önce imzaladıkları “evlilik sözleşmesi”ni Milliyet’te okudum. İnsanlar bu tür bir şeye neden gerek duyarlar hiç anlamazdım, okuduktan sonra hayretim daha da arttı. Şu kadar yılda boşanırsa şu kadar milyon dolar, şu kadar daha durursa bu kadar milyon dolar daha, kadın aldatırsa avucunu yalar, erkek aldatırsa bu kadar milyon dolar daha!

Haberin Devamı


Bir kadın ile bir erkeğin ilişkisi, aralarında böyle bir sözleşme varken ne kadar samimi ve yakın olabilir?


Adını şimdi hatırlayamadığım bir dizinin oyuncuları, sevişme sahnesinde “aralarına yastık koyduklarını” açıklamışlardı. Bir kadınla aramda böyle bir sözleşme olsa onu bu tür bir “yastık” gibi hissederdim sanıyorum.


Kadın ile erkek arasında duyguları, modern yaşamın en temel haklarından biri sayılması lazım gelen “çekip gitme hakkını” yok sayan bir sözleşme!


Elbette kadınların boşanmalar yoluyla mağdur edilmeleri gibi bir durum var ve bir çaresi olmalı. Tersi erkek için de geçerli, çalış, çabala, sonra hepsini sadece bir süre evli kaldın diye bir kadına ver! Bunun da bir çaresi olmalı. Ama daha yola çıkarken ayrılmayı hesaplayarak, sözleşmeler yapmak bana çok tuhaf geliyor.

Geçen gün yaşlı, çirkin ama çok varlıklı bir erkek ile genç ve güzel eşinin fotoğrafları üzerine sohbet ederken bir arkadaşım “Bu kadın parası olmasa bu adama yüz verir miydi” diye sordu.

Haberin Devamı


Yanıtı bir başka arkadaşımızdan geldi: “Valla o kadının derdi. Adam halinden çok memnun görünüyor! Bu kadar param olsun da varsın güzel kadınlar benimle param için birlikte olsunlar.”


Bu sözleri dinlerken bile içimi bir sıkıntı bastı. Gerçek aşka inanan biz safların sayısı galiba giderek azalıyor!

 

Çiçek’ten açıklama

 

DÜN yayımlanan yazım ile ilgili Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek bir açıklama yaptı. Adalet Bakanı olduğu sırada kendisinin dinlenmediğini, yasadışı dinlenen kişinin Melih Gökçek olduğunu, dinleme kaydı Ergenekon davası dosyasına delil olarak konulduğu için de siyasi tartışmalara yol açmamak için üzerine gitmediğini söyledi. “Demokratik hakların ve kişilik özgürlüklerinin savunulmasından korkmam” dedi. Yazımda yanlış bir izlenim yaratmış olabilirim, okuyucularıma duyururum. 

Yazarın Tüm Yazıları