Paylaş
Raporda, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile oğlu Bilal arasında geçen meşhur “paraları sıfırlayın” temalı telefon konuşmasının tümüyle montaj olduğuna karar verildiği belirtiliyor.
TÜBİTAK’a göre, söz konusu telefon konuşması heceler ve kelimeler birleştirilerek sonradan oluşturulmuş.
Raporda şöyle yazılmış: “Konuşma bütünlüğünü sağlamak için kelimelerin dahi parçalanmış hecelerden oluşturularak, istenen yeni kelimelerin türetilerek ortaya çıkarıldığı ilginç bir uygulama ortaya konmuştur.”
İddiaya göre “paralel yapı” Başbakan ile oğlunun konuşmalarından bir “ses havuzu” oluşturmuş, hece hece konuşma yaratırken bundan yararlanmış!
Benzer bir “uzman görüşünü” daha önce TRT HD Kanal Koordinatörü de dile getirmiş, iki teknik personel ile yaptıkları ses kaydı incelemesiyle ilgili “ucuz bir montaj” yorumu yapılmıştı.
Memleketimizin İslamcılarında böyle şeylere inanmak bir gelenek sanırım.
Mesela Şevki Yılmaz’ın herkese hakaretler yağdırdığı kasetleri ortaya çıktığında, Refah Partililer bu kasetin teknolojinin son icatlarından yararlanılarak yapıldığını söylemişlerdi. Hatta inek sesini alıp önce dönüştürüp, sonra da montajlayarak bir Maria Callas kaydı bile yaratılabildiğini ileri sürmüşlerdi.
Yersen tabii! Ama parçalar o kadar büyük ki, yemek de kolay olmuyor haliyle!
Doğrusunu isterseniz, TÜBİTAK’ın ve TRT teknisyenlerinin bu konudaki tanıklıklarına güvenemeyiz.
Kusura bakmayın ama, bu uzmanlar tersi bir rapor yazamazlardı. Yazsalardı “paralel yapının adamı, darbeci” ilan edilirlerdi. Şu anda da haritada kendilerine sürgüne gidecekleri yerleri seçiyor olurlardı.
Bu memlekette işler nasıl yürüyor biliyoruz çünkü, onlar da biliyor.
Herkesin itimat edeceği, bir bağımsız, uluslararası uzman kuruluşa bu inceleme yaptırılmalıydı ki şüphe duymayalım.
Bu rapora inanabilmemiz için bir ikinci yol daha var:
Bu uzmanlar, madem bu kadar uzman, onlara ihtiyaç duydukları her türlü araç gereci ve “ses havuzunu” sağlayalım ve mesela Kemal Kılıçdaroğlu ile oğlu arasında bu tür bir telefon konuşması kaydını montajlamalarını isteyelim.
Bunu başarabilirlerse rapora inanalım, başaramazlarsa “palavracı” ya da “Başbakan’ın şerrinden korkan memur” olarak kabul edelim.
Bana öyle geliyor ki bu önerimi dinleyecek ve kaydın sahteliği konusunda emin olmak isteyecek bir savcı çıkmayacaktır!
Savcı mı işkencecinin avukatı mı?
İZMİR’de Karabağlar Polis Merkezi’nde, bir kadını dövdükleri görüntülerle ortaya çıkan polislerin “işkence” suçundan yargılandığı davada savcı mütalaasını verdi.
İşkence suçuyla yargılanan 3 polisten 2’sine 1.5 aydan 1 yıl 1 aya kadar hapis cezası isteniyor, bir polisin de beraatı talep ediliyor.
Aynı savcı, karakolda dayak yiyen kadın için “polislere hakaret ettiği ve direndiği” gerekçesiyle 2 yıl 1 aydan 8 yıl 9 aya kadar hapis cezası istiyor.
Kadın dövülürken, arkadaşlarına engel olmak yerine perdeleri kapatarak dışarıdan görülmesini engelleyen polis için de “yaralama suçuna yardım” etmekten 3 aydan 9 aya kadar hapis cezası verilmesi istendi. Bu olay ortaya çıktığında, karakol kamerasından kaydedilen görüntüleri izlerken midem bulanmıştı.
Karakola sokulmuş çaresiz bir kadın, polis kılığına girmiş tipler tarafından alabildiğine dövülürken, bazı polisler de hiçbir şey olmamış gibi ortalıkta dolanmaya devam ediyorlardı.
Ve şimdi kanunlarıyla işkenceyi ağır bir suç olarak kabul eden ülkenin bir savcısı çıkıyor, kadına “gözaltına alınırken polisleri tırmaladı” diye 8 yıl ceza istiyor.
Polislerin suçunu da hafifletiyor: “Sanık polislerin işkence kastı ile değil, kendilerine hakaret edilmesinden duydukları kızgınlıkla bu suçu işlemişlerdir!”
Savcı beyin belli ki AİHM kararları ile de başı hoş değil. Haksız yere gözaltına alınmaya çalışılan bir insanın, direnme hakkının uluslararası hukuk tarafından güvence altına alındığından habersiz.
Bu memlekette işkence ve kötü muamelenin önlenememesinin nedeni işte bu tip savcılardır! Bu tip savcılar gibi düşünen yargıçlardır.
Dünyanın her yerinde polis, polisi korur, bu anlaşılabilir bir durum. İşkenceci polisleri, amirleri korumak isterler, çünkü kendileri de aynı yollardan geçmişlerdir. Ama bir savcının, bir yargıcın kendine böyle bir rol biçmesi ancak bizimki gibi, demokrasisi gelişmemiş memleketlerde mümkündür. Kendilerinde “devleti koruma görevi” vehmederler, asıl işlerinin hukuku korumak olduğunu hatırlamazlar.
Hukuk fakültelerini bitirmişlerdir ama vicdanları gerçek bir hukukçu gibi hareket etmez, misyon ifa ettiklerini düşünürler.
Onun için bu ülkede işkence önlenemez.
Savcıları, hâkimleri, işkencecilerden yana olan bir ülkede yaşamak da hepimiz için utanç verici bir şey olmalı.
‘#tarih’ dergisi yayında
GEÇEN yıl Gezi protestolarının ilk 19 gününü anlatan bir kapak ile yayınlanması planlandığı için kapatılan NTV Tarih ekibi, Gezi’nin birinci yıldönümünde yeni bir tarih dergisi yayımladı. Bu kez ismin başında bir “#” var ve “#tarih” dergisinin ilk sayısının kapak konusu “Türkiye’de ve Dünyada Madenciliğin Trajik Tarihi”.
Bu ilk sayıyla beraber “Yaşarken Yazılan Tarih” kapaklı yayınlanamayan son sayı da güncellenerek okura armağan ediliyor.
Derginin yayın yönetmeni Gürsel Göncü, sahibi ise Cem Aydın.
İkisi de değerli yayıncılar, başarılı olacaklarını biliyorum.
Bu notu yazdım, günümüzde bir derginin yayınlanmaya başladığını duyurmanın bin türlü güçlüğü var.
Bu konulara meraklı okuyucularımın haberdar olmasını istedim.
Paylaş