GEÇEN gün bir jüri toplantısına katıldım. İrlanda viskisi Jameson tarafından düzenlenen bir kısa film senaryosu yarışmasının jüri toplantısına katıldım.
Diğer jüri üyeleri kadar sinemadan anladığımı söyleyemem ama ben de profesyonel film izleyicisi sayılırım!
Şimdi size bu deneyimimden elde ettiğim sonuçları açıklıyorum:
1- Film senaryolarında dikkatimi çeken ilk şey kahramanların isimleri oldu.
Kızların adı çoğunlukla Aslı, erkeklerin isimleri çoğunlukla Murat olarak karşıma çıktı.
Bunun nasıl izah edilebileceğini bilmiyorum. Ama bu tablo gençlerin kafasındaki "anonim isimler" konusunda bir fikir veriyor. Belli ki genç kuşak için gizemli isimler bunlar.
2- Senaryoların konuları konusunda genel bir kısırlık söz konusu. Benzer kısırlığın Türk televizyon dizilerini ve filmlerini de etkilediğini söyleyebilirim.
Gençlerin yazdıkları senaryoların konularının ağırlığı aldatma ve aldatılma üzerine!
Normal olarak bizim kültürümüzde bu konunun nasıl çözümlendiğini gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde görüyoruz.
Ancak belli ki kentli gençler için çözüm, bu tür bir sorunla karşılaşınca ağlamak ve hiddetlenmek yerine gülmekle ilgili.
Aldatma ve aldatılma konusunda bu kadar çok espri yapılabileceğini düşünmemiştim.
Gerçi çoğunluğu insanı tebessüm ettirmiyordu ama bir gülümsetme çabası olduğu kesindi.
Şunu söyleyebilirim: Tarihin bu döneminde, Türkiye’deki kentli gençler için aldatma ve aldatılma meselesi en yakıcı sorun olarak varlığını sürdürüyor!
Ya da ikinci olasılık: Gençlerimizin ufukları o kadar dar ki, "ilginç bir öykü yaz" denilince akıllarına "aldatmaktan" başka bir şey gelmiyor!
Hayat bir aşk filmi olsa
YAŞADIĞIMIZ çağın filozoflarından Alain de Botton, aylık Tempo dergisinin şubat sayısında yazdığı yazıda "Stendhal usulü aşk"ı anlatıyor.
Botton, Stendhal eğer mutlu bir aşk hayatına sahip olabilseydi, o çok ünlü "De L’Amour" isimli kitabını yazamayacağını iddia ediyor. (Türkçe’de "Aşk Üzerine" adıyla yayımlandı.)
Doğru da olabilir. Stendhal, bu eserini yazarken her satırında ağlamak için yazmaya ara vermek ihtiyacı duyduğunu söylüyor çünkü.
Botton’un bu değerlendirmesini okurken Bedri Rahmi ile yaşlı bir köylü arasında geçen diyalog aklıma geldi.
Bedri Rahmi soruyor: Aşk nedir?
Köylü yanıtlıyor: Seversin, kavuşamazsan aşk olur!
Aşk filmlerini izlerken aklıma hep bu eski öykü gelir.
İki áşık, filmin hemen başında birleşseler, film bir aşk filmi olmaktan hemen çıkacaktır.
Sonrası bir komedi filmi de olabilir, bir kriminal öykü de!
Filmleri bir aşk filmi haline getiren şey, sevenlerin filmin sonuna kadar birbirlerine kavuşamamalarıdır.
Filmin sonunda kavuşurlar, kavuşmazlar orası ayrı bir konu. Yönetmenin, izleyicileri ne kadar ağlatmak istediği ile ilgili bir durum.
İnsan yaşamında aşkın rolü de budur sanıyorum.
Sıradanlaşmış, sıkıcı bir yaşamı sonu merakla beklenen bir filme çevirir aşk.
Yeni bir yaşam enerjisi, güven duygusu ve yaşamak konusunda ayak direme isteği yaratır.
Ama filmlerdekinin aksine, gerçek yaşamda kavuşmak için günler, aylar beklemek doğrusunu isterseniz çekilmez bir durumdur.
Onu çekilir kılan, çalan her telefonda, köşeden dönen her karaltıda sizi avuçları içine alacak bir heyecandır!
O heyecanın olmadığı bir yaşam, gerçekten kuru ve sönük bir yaşam sayılmalıdır!
İsrailliler de layık olduklarını seçecek
HER millet, önünde sonunda layığını bulur! İsrail’de yapılacak seçimlerle ilgili araştırma haberlerini okurken, bu söz bir kez daha aklıma geldi.
Aslına bakarsanız, Türkiye’nin durumuna bakıp her gün aynı şeyi söylüyorum ama belli ki bu sadece bize özgü bir durum değil.
İsrail’de bu seçimlerde önde giden partiler sağcı partiler.
Barış yerine savaşmayı tercih eden, çoluk çocuk masum insanları öldürmeyi askeri zafer gibi sunan aşağılık politikacılar güruhu!
Ayrı ayrı partilerde örgütlenmiş olmaları bir şeyi değiştirmiyor. Fikirleri aynı, zikirleri aynı, elde edebilecekleri sonuçlar aynı!
İsrail halkı, son olarak Gazze’de çocukları, kadınları öldürmeyi marifetmiş gibi sunan bu sağcı dangalakların peşine takılıp, oylarını onları seçmek için kullanacak.
Bu tavırlarıyla elde edebileceklerini şimdiden söyleyebilirim:
Ortadoğu’da barış yine bir hayal olarak kalacak; şiddet, kendi alternatifi olarak yine karşı şiddeti yaratacak!
"Huzur" İsrail’e uzak olacak.
Otobüslerde yolculuk yaparken, bir pazaryerinde alışveriş yaparken, bir kafede otururken patlayıverecek canlı bir bomba, bu seçimin bir bedeli olacak. İsrail halkı, ucuz hamasete ve şiddet politikasına pirim vermenin cezasını ne yazık ki kendi içindeki masumların hayatlarıyla ödeyecek.
Başta da söyledim: Her halk kendi layık olduğu şekilde yönetilir. Bunu en iyi biz Türkler biliriz!