BU yılın ocak ayının 9’unda yayımlanan gazetelere bir göz atarsanız Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in "Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi ile ilgili değişikliklerin bu hafta içinde TBMM’ye gelmesini umuyorum" dediğini okuyabilirsiniz.
Aynı gün Başbakan’ın da gazetelerde konuyla ilgili bir açıklaması var. O da şöyle diyor: "TCK 301. madde ile ilgili çalışmalarımız devam ediyor."
Aradan yaklaşık olarak üç ay geçmiş bulunuyor.
TCK 301 ile ilgili olarak AKP içindeki tartışmalar devam ediyor.
Dava açma iznini verecek makamın Adalet Bakanı mı, Cumhurbaşkanı mı (aklıma bir şey geldi yine ama neyse, şimdi zamanı değil) yoksa bağımsız bir kurul mu olacağına henüz karar verilmediğini söylüyor AKP’li Bekir Bozdağ.
Oysa Başbakan’ın dün gazetelerde yayımlanan demecinden bu konuda "karar verildiği" ve yetkinin Cumhurbaşkanı’nda olacağı anlaşılıyordu.
Bu tablo AKP’nin Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi ile ilgili olarak aslında sadece "zevahiri kurtarmak peşinde olduğunu" gösteriyor.
Üç ay önce "Bu hafta Meclis’e gelecek" denilen bir yasa için hálá bir karara varılmamış olmasını başka türlü açıklayabilme olanağı yok.
AKP’nin derdi ne demokrasi ne de fikir özgürlüğü! AKP, kendi gizli ajandasını takip ediyor ve gerektiğinde "demokrasicilik" oynamak da nihai hedefe ulaşmak için bir araçtan başka bir şey değil.
AB yetkilileri de bu numarayı yutmuşlar ya da yutmuş gibi görünmek istiyorlar.
Yassah hemşerim!
DÜN Cumhuriyet’te yayımlanan bir makale, Aziz Nesin’i yeniden tebessümle anmamı sağladı.
Makale, Bilkent Üniversitesi’nden Mustafa Akgül tarafından kaleme alınmış.
Makaleden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin "bilgi toplumu stratejisi ve eylem planı" olduğunu öğrendim.
Türk halkının yüzde 22’sinin interneti hiç duymadığını, kadınların yüzde 80’inin interneti hiç kullanmadığını da!
Ama benim için makaledeki en çarpıcı bilgi şuydu: "Türkiye’yi bilgi toplumuna taşıyacak dairede 12 kişiye karşılık, yasaklama dairesinde 40’a yakın kişi ve 93 kadro var!"
Bir mizah öyküsünün bütün başlangıç unsurlarını içeriyor.
Önce "bilgi toplumuna girilecek" ama o kadar acele etmesek de olabileceği için küçük bir kadro kurulmuş.
Sonra da "Ya gerçekten bilgi toplumuna geçersek ne olacak?" korkusuyla bir "yasakçılar heyeti" oluşturulmuş. Elbette bu heyet iş yapmaktan çok, yapılmış işi bozmaya çalışacağından sayısının kalabalık olması kaçınılmaz.
Çünkü Türkiye’de bu alanda "uzman personel" bulabilmek, başka alanlara göre en kolay iştir.
"Yassah hemşerimcilik" artık ulusal karakterimiz olmuş sayılır. Yasaklayarak hiçbir sorunu çözemediğimizi bile bile bundan vazgeçemeyiz.
"Türban yasağının" bugün geldiği noktaya bakınca bu çok daha iyi anlaşılıyor.
Baltalı İlah Zagor Tom Miks’e karşı
GEÇEN hafta boyunca yurtdışındaydım, gazetelerde yayımlanan bir fotoğrafı dün fark edebildim.
Başbakan’a bir paket hediye edilmiş, o da cebinden çıkardığı bir çakı ile paketin iplerini kesiyor.
Cebinde çakı taşıyan bir başbakan!
Gazeteleri karıştırınca bunun bir tür "sünnet" olduğunu da öğrendim.
Hazreti Muhammed yanında hep bir kılıç ya da hançer taşırmış, bu çakı da onu simgeliyormuş.
Kılıç ya da hançerin, çakı boyutuna indirgenmesi nasıl "sünnet" oluyor anlayamadım ama sevabı da bu durumda herhalde çakının boyutu ile doğru orantılı olmalı.
Belli ki Başbakan, bu küçük jest ile aynı zamanda bir dini-siyasi mesaj da vermek peşinde.
Bunca yıldır cebinde bir çakı taşıdığını kimse bilmiyordu çünkü.
Bunun tam da bu dönemde ortaya çıkartılması elbette bir tesadüf olamaz. Böylece dini bütün, mütedeyyin insanlara "Müslüman Başbakan" imajı verilmek isteniyor olmalı. Zaman zaman gazetelere de yansıyor. Lise ve hatta ilkokul öğrencileri arasındaki küçük kavgaların, ceplerde taşınan çakılar yüzünden nasıl acı şekilde sonuçlandığını okuyoruz.
Demek ki onların kendilerine seçebileceği bir rol modelleri de var artık. Ayrıca, başbakanı bile cebinde çakı taşıyan bir ülkede yaşayan insanların, her kafaları kızdığında bıçağa sarılmalarında yadırganacak bir durum olmamalı.
Ben artık Başbakan ile karşılaşırsam kendimi kollayacağım. Ani bir hareketle elindeki çakı ile Zagor gibi "ahhayaak" diye çığlık atarak üzerime atılacak olursa, Tom Miks’ten öğrendiğim gibi ceketimi koluma dolayıp, gardımı alacağım.
Ama en iyisi Emine Hanım’ın, bir gece çaktırmadan o bıçağı Tayyip Bey’in cebinden alıp, bulamayacağı bir yere saklaması. Eşi siniri burnunda bir insan, cebinde bıçakla elinden bir kaza da çıkabilir, Allah korusun!