Hafızanızı zorlamayın, ben Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 21 Temmuz’da gazetelerde yayımlanan açıklamasından size hatırlatayım:
“MGK üyeleri olarak yaptığımız kapsamlı değerlendirme sonunda terör örgütünün bertaraf edilebilmesi için Anayasamızın 120. maddesi uyarınca OHAL ilan edilmesini hükümete tavsiye etme kararı aldık. Bakanlar Kurulumuz da Türkiye’de 3 ay OHAL ilan edilmesi kararını aldı. Olağanüstü Hal ilanının amacı ülkemizde demokrasiye, hukuk devletine, vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerine yönelik bu tehdidi ortadan kaldırmak için gereken adımları en etkin ve hızlı şekilde atabilmektir.”
Yeterince açık, değil mi?
O zaman hükümetin yeni hazırladığı ve olağanüstü hal yetkisine dayanarak çıkaracağı “torba kanun hükmündeki kararnamede” neler olduğuna da bakalım:
- Ulaştırma ve altyapı projeleri için yapılan kamulaştırmalarda, itirazlar ve dava süreçlerinden kaynaklanan gecikmelerin önlenmesi için düzenleme yapılacak. Açılan davalar sürerken, çalışmaların kesintiye uğramasının önleneceği belirtiliyor.
- SGK’ya ait binaların ödenmeyen kira borçları için yeni bir sistem getiriliyor. Buna göre, SGK kiracıları, kirasını para ile ödeyemiyorsa, gayrimenkul ile ödeyebilecek.
- SGK’nın Yönetim Kurulu üyeliği için kamu çalışanı olma şartı kaldırılıyor. Kamu personelinde aranan şartlara sahip olan özel sektör çalışanları da yönetim de görev alabilecek.
Bunların, “darbe girişiminde bulunan örgütün bertaraf edilmesi amacıyla” ne alakası var?
Daha sonra da Anayasa önerisi getirilir de MHP’nin “kırmızı çizgileri aşılmazsa” değişikliği destekleyeceklerini açıkladı.
MHP o güne kadar başkanlık sistemine karşıydı. O güne kadar MHP, parlamenter sistemin eksikliklerinin giderilerek devamını istiyordu. Partisinin programında, seçim beyannamelerinde de başkanlık sistemi ile ilgili bir vaat bulunmuyordu.
AKP, bu fırsatı iyi değerlendirdi ve artık Türkiye’yi bir tek adam yönetimine terk edecek Anayasa değişikliği TBMM’nin gündeminde.
O günden beri Devlet Bahçeli’nin neyi düşünerek, durduk yerde bu teklifi ortaya attığını anlamaya çalışıyoruz.
Başkanlık sisteminde partisinin erime olasılığı çok yüksek, çünkü bu tür sistemlerde meclisler önünde sonunda iki ana partiye indirgeniyor.
Seçime girip başkan olacak desek, öyle bir oy potansiyeli de yok.
Önceki gün ortaya çıktı ki sadece bizler değil, partideki en yakın çalışma arkadaşları bile bu yeni politikanın nedenlerini çözememişler.
MHP Genel Başkan Yardımcılığı görevinden istifa eden İstanbul milletvekili
Türkiye’ye daha önce de 2014 ve 2015 tarihlerinde girdiği tespit edilmiş bulunuyor.
Gazetelerdeki haberlere göre, teröristin daha önceki gelişlerinde, yasadışı yollardan Suriye’ye geçip silah ve bomba eğitimi aldığı, çatışmalara katıldığı değerlendiriliyormuş.
Bir teröristin, hele bu tür eylemleri planlayan bir teröristin tam olarak ne zaman ve nerede harekete geçeceğini istihbar etmek kolay bir iş değil.
Onun için Emniyet ve MİT istihbaratını bu konuda suçlamak da çok hakkaniyetli bir tutum olmaz.
Türkiye’nin gelişmesini çekemeyen, Türkiye’nin gelişmesinden korkan birisi ya da birileri, “maşaları vasıtasıyla” Türkiye’yi karıştırmaya, bölmeye, güçsüz düşürmeye çalışıyor.
Çünkü üçüncü havaalanı yolda, Boğaz’ın altından tünelle geçilebiliyor...
Maşaların kim oldukları da belli: Bazen FETÖ oluyor, bazen PKK, bazı durumlarda DAEŞ dedikleri IŞİD.
Türkiye’yi mahvetmeye çalışan güç bu maşalarla bombalar patlatabiliyor, darbeye kalkışabiliyor, her türlü melaneti gösterebiliyor.
Yetkililer konuşuyor: Terörü yok edeceğiz, kaynağında ezeceğiz, döktükleri kanda boğulacaklar, yılmayacağız, teslim olmayacağız, bununla yaşamaya hazır olalım.
Aynı yetkililer ne yapmamız gerektiğini de söylüyorlar: Bunlar birliğimize düşman, aman birliğimizi bozmayalım. Soğukkanlı olalım, bir olalım, bizi birbirimize düşürmek isteyenlere geçit vermeyelim vs.
Ama nedense bir türlü “birlik” de olamıyoruz.
Memleketin Anayasa’sı, yönetim sistemi değişiyor. Bunu yaparken birlik olmamız gerekmiyor mu?
Hayır, gerekmiyor, iki parti anlaştı, TBMM’de konu doğru dürüst konuşulamadı bile.
Konuşacak milletvekillerini susturdular, bir bölümü zaten hapiste.
Memleketin bir yarısı kendini dışlanmış, itilmiş hissediyor ama büyüklerimiz birlik olduğumuzdan söz ediyorlar.
Söz edebiliyorlar, çünkü aslında “birlikten” anladıkları şey, onların her dediğini kabul etmek.
“Cıngıl” adı verilen reklam müzikleri için söylenmiş bir söz bu.
Söyleyecek sözüm var ama yine de bugün içimden geçen şey sadece şarkı söylemek.
Aklıma Nâzım Hikmet’in bir şiiri de geliyor bu arada, buyurun birlikte okuyalım:
“Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robson. / İnci dişli, zenci kardeşim, / Kartal kanatlı kanaryam. / Türkülerimizi söyletmiyorlar bize, / Korkuyorlar Robson / Şafaktan korkuyorlar, / Görmekten, / Duymaktan, / Dokunmaktan korkuyorlar / Yağmurda çırılçıplak yıkanır gibi ağlamaktan / Sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar / Sevmekten korkuyorlar, bizim Ferhat gibi sevmekten / Sizin de bir Ferhatınız vardır elbet / Robson, adı ne? / Tohumdan ve topraktan korkuyorlar / Akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar / Ne iskonto, ne komisyon, ne veda isteyen bir dost eli / Sıcak bir kuş gibi, gelip konmamış ki avuçlarının içine / Ümitten korkuyorlar Robson, ümitten korkuyorlar ümitten / Korkuyorlar kartal kanatlı kanaryam / Türkülerimizden korkuyorlar.”
Paul LeRoy Bustill Robeson, hapisteki Nâzım Hikmet’in serbest bırakılması için dünya çapında kampanya başlatmış bir insan hakları savunucusuydu, toprağı bol olsun.
Nâzım’ın dört şiirini bestelemiş, ABD’li oyuncu, atlet, basbariton ses sanatçısı ve yazardı.
Robeson’un şiirde Robson olmasının nedeni, Nâzım’ın iç sesindeki vezinden kaynaklanıyor sanırım.
Bakın o günlerden nerelere geldik.
Buenos Aires’teki yargılama sırasında federal yargıç, Kirchner’in 633 milyon dolar tutarındaki mal varlığının da dondurulmasına karar verdi.
Tabii orada hukuk devleti çalışıyor, yargıçlar bağımsız karar verebiliyorlar.
Şimdi isterseniz, cumhurbaşkanlığı sisteminde böyle bir şey gerçekleşirse ne olacağına bakalım.
Olmaz ama diyelim ki yıllar sonra, açgözlü bir siyasetçi, milleti kandırdı ve cumhurbaşkanı seçildi. Sonra da bütün ihaleleri yandaş işadamlarına verdi, rüşvet aldı.
Ve yine olmaz ama diyelim ki bu açığa çıktı.
Bu yeni anayasa ile cumhurbaşkanı görevde olsa da, görevden ayrılmış olsa da öyle hemen mahkemeye filan çıkartılamaz.
Önce TBMM’nin soruşturma açmaya karar vermesi gerekiyor.
Bunun için milletvekillerinin beşte üçünün soruşturma açılsın diye oy vermesi gerekiyor. TBMM, 600 üyeli olacağı için
Ek ifade, darbe girişiminin neden engellenemediği ile ilgili soru işaretlerini de arttırıcı nitelikte.
Biliyorsunuz, Binbaşı H.A.’nın bir askeri kalkışmayı ihbar etmesi ile darbe girişiminin başlaması arasında kayıp 5 saat 45 dakikalık süre var. Hâlâ aydınlatılabilmiş değil. TBMM Komisyonu, Genelkurmay Başkanı’na bazı sorular yollamış ama bu süre içinde neler oluğunu sormamış.
MİT Müsteşarı’na soru bile gönderilmedi. Neden? Çünkü ona Cumhurbaşkanı’ndan başkası hesap soramaz, TBMM dahil!
AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’nin de kardeşi olan Mehmet Dişli, Orgeneral Akar’ı tutuklayıp Akıncı Üssü’ne götüren ekipte yer alıyordu. Darbe girişimi ile ilgili emre, Orgeneral Akar’ın imza atmasını isteyen de o.