Evet, görülmeye değer bu tür goller. Ama gerçek şu ki Skrtel, o golü atmak zorunda kaldı. Çıkarken aklında kaleye vurmak yoktu, eğitimi bunu düşünmemesini gerektiriyordu ama ne yapsın?
Bir play station golü gibiydi, herkesi çalımladı, vurdu, kaleci de beklemiyordu, gol oldu.
Skrtel, o şutu çekip golü atmak zorundaydı çünkü bunun tek nedeni getirdiği topu verebileceği, boşa kaçmış kimsenin olmamasıydı.
HALI SAHA GOLÜ
Daha 4. dakikada bunu görmüştük zaten. Mehmet Topal, kendi yarı sahasının sol gerisinde topla buluştu, topu atabileceği kimseyi görmedi, kalecisine döndü, ondan topu yeniden kendisine atmasını beklerken iki elini havaya kaldırıp, “ileri” işareti yaptı, ama dinleyen kim?
Fenerbahçe’nin yediği ilk gol de takıma hakim olan bu ruh durumunun sonucuydu.
Tipik bir halı saha golü yediler. Bir profesyonel lig takımının bu golü yememesi için gerekli olan tek şey, rakibe basmaktan ibaretti, ama ya güçleri yoktu, ya da akılları başka yere gezmeye gitmişti.
VAN PERSİE FANTEZİSİ
“Ülkemize karşıt tutumlarıyla AB’nin içini boşalttılar. Bundan sonra ne AB’nin, ne de herhangi bir Avrupa ülkesinin kimseye demokrasi, özgürlük, adalet, hukuk dersi verme hakkı kalmamıştır. Faşizmin ruhu Avrupa sokaklarında kol geziyor.”
Bu sözlerinde bir sevinç de sezmiyor değilim.
“Oh rahatladık artık, Avrupa’nın demokrasi konusunda vıdı vıdısından kurtulacağız” gibi bir sevinç sanki.
Ve yersiz bir sevinç de sayılmamalı, çünkü Avrupa’ya demokrasi dersi verirken, içerideki kendi demokrasi karnemiz hiç de parlak değil.
Eşit Haklar İçin İzleme Derneği’nin “Toplantı ve Gösteri Hakkı İzleme Raporu”, Türkiye’de 15 ayda 264 barışçı gösteriye müdahale edildiğini ortaya koyuyor.
“Müdahale” dediysem, “Durun arkadaşlar,
yapmayın” şeklinde bir müdahale değil bu.
Biber gazı ve tazyikli su eşliğinde, polis copuyla müdahaleden söz ediyoruz. Kalkanla itme, yere düşeni tekmeleme de var tabii.
Her yaştan, her cinsten meslektaşlarım.
Sabahlara kadar zamanla yarıştığımız da oldu, sabahlara kadar gülüp eğlendiğimiz de.
Şanslıydım, yönetici olduktan sonra da hep iyi insanlar çıkardı karşıma Tanrı.
Şanssızdım, bazılarını çok erken kaybettim.
Söz Anayasa değişikliği kabul edilirse yeniden kurulacak olan Hâkimler, Savcılar Kurulu’na gelince şöyle konuştu:
“Cumhurbaşkanı dört kişi atayabiliyor. Meclis de 5’te 3 çoğunlukla 7 kişiyi atayabiliyor. Meclis devre dışı bırakılıyormuş, ayıptır Kılıçdaroğlu.”
Bu sözlerini gazetede okuyunca, “Sadece halkımız ve değişikliğe oy veren milletvekilleri değil, Cumhurbaşkanı da Anayasa değişikliklerinin ne getirdiğini tam olarak bilmiyor” diye düşündüm.
Değişiklik önerisine göre, kurul iki daire halinde çalışan 12 kişiden oluşacak ve Adalet Bakanı, kurulun başkanı olacak. Adalet Bakanlığı Müsteşarı da kurulun “doğal” üyesi.
“Milli ve yerli” dış politikanın ilk meyvelerini toplamaya başladığımız görülüyor.
Diplomasi ile ilgisi olmayan bir politika bu belli ki.
Avrupa’da bazı ülkelere hâkim olan “popülizm” hastalığı, ırk ve din temelli bir düşmanlık üzerinde yükselmeye çalışıyor.
Hollanda’da yaşadığımız şey tam olarak budur. Hollanda’nın tutumu hiçbir şekilde onaylanamaz, hoş görülemez.
Hollanda’nın aşırı sağcı muhalefet liderinin izandan yoksun olduğunu biliyoruz ama Hollanda Başbakanı da onun kazdığı kuyuya düşmemeli, devlet adamı sorumluluğuyla hareket etmeliydi.
Türkiye’de de bir popülist politika sorunu olduğu bir gerçek ve bu da “Batı düşmanlığı” üzerinde yükseliyor.
Oysa, Hollanda ile yaşanılan sorun, kriz noktasına gelmeden kolayca önlenebilirdi.
Dışişleri Bakanı’na iniş izni vermeyen Hollanda’ya karşı yapılacak iş, bir başka bakanı karayoluyla Hollanda’ya göndermek değildi.
“Beni Osman Öldürdü” isimli komedi filminde seslendirilip, çok tutulunca sonra da 45’lik plağı basılan “Abidik gubidik twist” şarkısı, Fecri Ebcioğlu’nun sözleri üzerine, Şerif Yüzbaşıoğlu tarafından yazılmış.
Sanırım siyah (film siyah-beyazdı çünkü) takım elbise, dar paça pantolon ve fötr şapkasıyla sahnede hem bu şarkıyı söyleyip hem twist dansı yapan Serengil hâlâ gözümün önünde.
Tabii bunda filmin o sahnesinin daha sonra defalarca gösterilmiş olmasının da rolü olmalı.
Serengil’in yüzlerce film çektiğini hatta aynı gün üç değişik film setinde rol aldığını da hatırlayalım.
Öztürk Serengil’i Öztürk Serengil yapan elbette kendine özgü yetenekleriydi ama “Öztürk Serengil” denilince ilk aklımıza gelen “yeşşee”, “temem”, “bilakis”, “öpaj”, “kelaj” gibi kelimeleri “icat eden” de 2012’de kaybettiğimiz tiyatro oyuncusu rahmetli Mücap Ofluoğlu imiş.
Bu bilgiyi tiyatro oyuncusu (film ve dizilerde de oynuyor ama asıl mesleği tiyatro oyunculuğu, onun için böyle yazdım) Zafer Algöz’ün yeni yayımlanan anılar kitabında okudum. (Haşırt Dı Bilekbord. İnkılap Yayınları.)
Algöz şöyle anlatıyor:
“
Cumhurbaşkanı galiba tam bilmiyor, Anayasa değişikliği referandumda kabul edilirse, Cumhurbaşkanları istediği kadar yardımcı tayin edebilir, isterse iki tane değil, 10 tane, 20 tane!
Ve eksik söylüyor: Sadece yurtdışına çıktığında değil, herhangi bir nedenle görevini yapamaz hale geldiğinde de yardımcısı, Cumhurbaşkanı’nın bütün yetkilerini kullanabiliyor.
TBMM Başkanı İsmail Kahraman, 29 Aralık 2016 tarihinden bu yana hastalık nedeniyle görevini yerine getiremiyor.
Önce hastaneye kaldırıldı, uzun süredir de tedavisi evinde devam ediyor. Bu vesileyle acil şifalar dileyelim.
Kahraman, yeni sistemde Cumhurbaşkanı seçilmiş olsaydı, Türkiye’yi aylardır, seçim ile işbaşına gelmemiş bir Cumhurbaşkanı Yardımcısı yönetiyor olacaktı.
Gelecekte böyle bir durumla karşılaşmayacağımızı kim garanti edebiliyor?
Rahmetli Turgut Özal, hayatını kaybettiğinde Cumhurbaşkanı idi.
Eğer o gün bu sistem yürürlükte olsaydı, seçime gidilene kadar geçecek 45 günlük sürede, yerine seçim ile işbaşına gelmemiş yardımcısı bakacak, sanki seçimle işbaşına gelmiş gibi yetkilerini kullanacaktı.
Bu cümle, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın iddianamesinde yer alıyor.
Emin Özgönül’ün, Sözcü’de yayınlanan haberine göre “örgüt”, AKP hükümetinin Fetullahçılar ile mücadelede “milat” kabul ettiği 17–25 Aralık 2013 tarihinden sonra askerlik kanununda değişiklik yaptırmış.
Birincisinde terfiler bir yıl öne çekilerek, 4 yıllık albaylar ile 3 yıllık generallerin terfilerinin Yüksek Askeri Şûra’da görüşülmesinin yolu açılmış.
İkincisinde ise 28–30 yılını tamamlayan albaylara 30–70 bin lira fazla ikramiye ödenerek emekli olmaları sağlanmış.