Paylaş
Afganistan’da yaşananları izledikçe daha iyi anlıyoruz...
Düşmanını gördüğünde kaçıp giden 300 bin kişilik hayali bir ordudan ve ‘kan dökülmesin’ yalanıyla ülkesini terk edip giden Cumhurbaşkanı Eşref Gani’den söz ediyoruz...
Birileri de çıkıp diyemiyor ki:
- Sen kaçıp gidince halkını kan ve ateş gölüne atmış oldun!
*
Aynı filmi Irak’ta yıllar önce izledik...
Ve İran’da...
Şah Rıza Pehlevi ve Saddam Hüseyin’in devrini iyi incelemek ve üzerine de çok iyi düşünmek ve dersler çıkartmak gerekiyor...
Kimse çıkartmadı, çıkartmak da istemiyor...
Humeyni’yi yıllarca Paris’te besleyen Fransızlar bize irtica, İranlılara da bir devrim masalı anlatmıştı...
Yani, mollaların devrimini...
*
İran ile yıllarca ekonomik ve kültürel işbirliğimizi kesmeyi başaran Fransa amacına ulaşmıştı...
Tahran’da tüm marketlerde sudan ipliğe kadar Fransız mallarıyla satış yapıldığını gördüğümüzde hiç şaşırmamıştık...
Cadde ve sokaklarında da Alman ve Fransız araçlarını...
Batılı ülkeler her zaman bu coğrafyadaki iktidarların önünü açarak kendilerine ekonomik, askeri ve kültürel büyük bir alan açıyor...
Ve sonra da yerleşiyorlar...
*
Rusya, Çin, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, Hollanda ve bazı Arap ülkeleri de aynı kafayla dolaşıyor...
Kimse kimseyi kara kaşı ve gözü için sevmiyor...
İki dünya savaşının analizini iyi yaptığımızda bu gerçekleri görürüz...
Bu yüzden eski İngiltere başbakanlarından Lord Palmerston ‘İngiltere’nin ebedi dostları ve düşmanları yoktur, değişmez menfaatleri vardır’ sözünü boşuna söylememiş...
Dün böyle idi, bugün de böyle...
Yarın da böyle olacak...
*
Afganistan’da 300 bin kişilik ordu kuran, parasını ödeyen ve ağır silahlarla donatan ABD kendine güçlü bir üs kurduğunu sanıyordu...
Ve Rusya ile Çin’i durdurabileceğini de...
Rusya ve Çin ise ABD’yi coğrafyadan kovmak için Taliban örgütünü finanse etmeye ve desteklemeye başlamıştı...
Kandahar dağlarında kalaşnikof ve mermi fabrikası olmadığını ve örgütün arkasında Rusya ve Çin’in varlığını kimse görmek istemiyordu...
Devlerin arenası haline gelen ülkenin son halini görüyoruz işte...
300 bin kişilik ordunun da bir kurşun atmadan nasıl hayali olduğunu da...
*
Aynı oyunu Irak’ta seyrettik...
400 bin muhafızıyla övünen Saddam Hüseyin’in bir delikte biten hikâyesini de...
Ve darağacında sona eren bir devri...
Ellerindeki kalaşnikof ile kamyonetlerin üzerinde dolaşan Barzani ve Talabani’ye ve aşiretlerine yıllarca bizler Peşmerge diyerek hafife aldık ama ABD’nin bir gün Barzani’yi başbakan, Talabani’yi ise kravat taktırıp cumhurbaşkanı yapabileceğini hiç tahmin edemedik...
İnanmadık...
Hayali bir senaryo diyerek gülüp geçiyordu büyük kalabalıklar...
Aynı oyunu Suriye’de oynayan ABD’nin bize göre PKK’lı, onlara göre ise başka bir şey olan terör örgütünün içindeki terörist dediklerimizi yarın nasıl bir üniformayla legalleştireceklerini göremediğimiz gibi...
*
Bize göre hayali olan her senaryo filme çekiliyor...
Kurgusu biten her filmi daha sonra seyirci gibi gidip beyazperdede izliyoruz...
Talabani ve Barzani’nin oturtulduğu koltuğa hiç kimse itiraz etti mi?
Hayır...
Bu oyunu bozabildi mi?
Yine hayır...
Pragmatist halimizin son durağı, duran değil, nereye gittiğini bilmediğimiz giden otobüslere binmek...
Ve hayali olabilmek...
Paylaş