Paylaş
2 Haziran’da şöyle bir not düşmüşüm: “Çok şahane bir şey yapıyoruz biz burada dijital gazetecilik adına… Yakında siz de göreceksiniz. Çok heyecan! Aşırı heyecan!”
Çok çalıştık, didindik, herkes ayakta tutmaya çalıştı ama kimse göremedi o işi. Sonra ben gazeteciliği bıraktım, reklam yazarı oldum.
7 Haziran’da Massive Attack konserindeymişiz. Vay efendim neden bu kadar dandik bir kapanış şarkısı seçmişler de; ses sistemi çok kötüymüş de… Bileti beleş bulduğumuzdan utanmayıp, “Bu ne rezalet!” diye konuşmuşuz da konuşmuşuz.
Artık kimse gelmiyor buralara. Adını sanını duymadığımız zırtapoz DJ’ler bile WhatsApp’tan ayrılık mesajı atan acımasız sevgililer gibi “Kendimi güvende hissetmiyorum, iptal ediyorum; çok özür!” yazıp yok oluyorlar.
10 Haziran’da, işinden ayrılan gazeteci bir arkadaşımın kendi girişimiyle çıkardığı yeni dergisini kutlamak için Kuruçeşme’de toplanmışız.
Güzel bir hatıra olarak kaldı o dergi de. Fazla sanattı, fazla şehirdi; bunların pek bir karşılığı yoktu artık.
13 Haziran’da Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes’dan Altın Palmiye kazanan filmi Kış Uykusu’nu izlediğimi belirtmek için arkadaşlarımla bir sinema salonunda check-in yapmışım. Sonra filmden çıkmışız, uzun uzun üstüne konuşmuşuz. Sonra bir de Facebook’ta uzunca yazı yazıp, Haluk Bilginer’in oynadığı aşırı elitist Aydın karakterini yerden yere vurmuşum.
An itibariyle hislerim: “Açaydım gollarımı Aydın, gitme diyeydim”
14 Haziran’da One Love’daymışız. Berlin Sahnesi’nin ana sahneden daha dolu olduğundan bahsediyormuşuz. Bu festival bir başkaymış, kendimizi Evropa’da hissediyormuşuz.
Playlistinden, kıyafet seçimine; hazırlıkları 1 hafta önceden başlayan, 30 bini aşkın müzik ve ortam sevdalısının katıldığı, benim kuşağımın en kıymetli müzik festivali One Love da bu yıl aramızda değil.
17 Haziran’da lise aşkımla Büyük Londra Oteli’nden Balkon’a; oradan Topless’a Beyoğlu’nun teraslarında kuş olup uçmuşuz, dans etmişiz, içmişiz, çok eğlenmişiz.
Haziranın 27’si oldu; bu yıl, yaz bile gelmek istemiyor Beyoğlu’nun boş teraslarına; her yer buz gibi her yer sevimsiz…
20 Haziran’da Beşiktaş’taki Kabalcı Kitapevi’nden Emrah Serbes’in Deliduman kitabının kapağını paylaşmışım. Altındaki yorumlarda fırtınalar kopmuş… Gezi’nin kitabını yazmak için 1 yıldan fazla zaman geçmesi lazımmış, kitap aşırı popülistmiş, saçmalamaymış, o ne anlarmış; hikâye efsaneymiş.
Artık hepimizin aynı zaman diliminde okumaya çalışıp hararetle tartışmak isteyeceği ‘yeni kitap’ bekleme heyecanı da yok; Kabalcı Kitapevi de…
24 Haziran’da bir arkadaşım duvarıma “Offf! Gidelim mi?” diye bir notla İtalya’nın Positano kasabasının gece çekilmiş bir fotoğrafını yapıştırmış.
Bundan gayri Euro’lu memleketler olmaz canım arkadaşım. Artık Avrupa seyahati demek, Belgrad demek.
25 Haziran’da arkadaşımızın Kemerburgaz’daki evinde havuz partisi yapmışız. O gün sitede de barbekü partisi varmış, site görevlileri bizi davet etmiş, arkadaşlarım yukarı çıkmış, ben edindiğim yeni arkadaşlarımla kadeh tokuşturup, bir de üstüne maç izlemişim.
Dün yine oradaydık. Sitenin görevlileri yine yanımıza geldiler; ama bu defa partiye devam etmek için değil, ‘havuz başında içki içmenin ARTIK yasak olduğunu, site sakinlerinin rahatsız olduğunu’ belirtmek için.
Ve sonra 29 Haziran olmuş; İstiklal’deymişiz. 40 bin kişi; kocaman bir umudun parçalarıymışız.
Taksim’in bizim bildiğimiz anlamıyla son günüymüş o gün, bilememişiz; öpüp koklayamamışız. Şöyle içesine bütün renklerine doya doya sarılamadan ayrılmışız.
Paylaş