TAKIYYE; korunmak, sakınmak, saklamak anlamına gelir.
Terim olarak; bazı insanların şerlerinden korunmak için inancın saklanması, gerçekte benimsemiş olduğu görüş ve kanaatinin aksini izhar etmesi, karşı tarafa aynı inanç ve düşüncede imiş gibi görünmesi demektir. Takıyyenin hangi durumlarda dinen geçerli bir davranış olabileceği hususunda İslam bilginleri birtakım kurallar geliştirmişlerdir.
Mesela kişinin canı, malı, ailesi ve ülkesi kesin veya muhtemel tehlikelerle karşı karşıya kaldığında takıyye yapması meşru olur. Buna delil olarak İslam tarihindeki şu hadise gösterilmektedir. Aslen Yemenli olan Ammar B. Yasir’in babası ve annesi, ebedi nura kavuştukları için Ebu Cehil tarafından işkence yapılarak öldürülmüşlerdi.
* * *
Ammar da bayılıncaya kadar dövülmüştü. Bu insanlık dışı davranışlar sonucunda onların tekliflerini kabul ederek putları hayırla anmıştı ve böylece hayatını kurtarmıştı. Ancak bu durumdan fevkalade üzüntü duyan Ammar, hemen Peygamberimize koşmuş ve imanında zerre kadar bir değişiklik olmadığını arz etmişti. Hz. Peygamber, "Bunda bir beis(sakınca) yok. Böyle bir baskıya maruz kaldığında aynı şekilde davranabilirsin" demişti.
Bu olay üzerine Nahl Suresi 106. Ayet’in indirildiği müfessirlerce kaydedilmiştir: "Kalbi imanla dolu olduğu halde zorlanan kimse hariç inandıktan sonra Allah’ı inkár eden ve böylece göğsünü küfre açanlara Allah’tan gazap iner ve onlar için büyük bir azap vardır."
Ayrıca Ali İmran Suresi 27. Ayet’te de bu konuya şöyle değinilmektedir: "Müminler, müminleri bırakıp da káfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa artık Allah’a olan bağını koparmış demektir. Ancak onlardan gelebilecek bir tehlikeden korunmanız başka." Burada kişinin yaygın olarak farklı görünmesi değil, muhtemel bir zarara karşı önlem almak üzere sergilediği söz ve davranışları ile gerçek inanç ve düşüncesini gizlemesi söz konusudur. Bu bir zorunluluk halidir.
Takıyye, Şii fırkalarda özellikle İsnaaşeriyye’de dini bir prensip, bir inanç esası olarak kabul edilmektedir. Onlara göre, takıyye vaciptir ve onu terk etmek bir ibadeti terk etmeye denktir. Cafer-i Sadık,"Mümine karşı takıyye yapmak şirktir. Münafığa karşı ise bir ibadettir. Emirlerle (devlet yöneticileriyle) bir araya gelip kaynaşın; ama içten onlara karşı çıkın" diyerek takıyyenin sınırını göstermiştir.
Tabiatıyla İslam’ın ilk yüzyıllarında meydana gelen iç savaşlar sonucu, bilhassa Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’in şehit edilmeleri, Şiiler (Hz. Ali taraftarları) için zor durumlar meydana getirmişti. Emeviler, Arap dünyasını Şam’dan yönetmeye başladılar. Takipçiler dört bir tarafa dağılarak Hz. Ali taraftarlarını izlemeye koyuldular.
Yakaladıkları Şiileri, Hz. Ali ve ailesine hakaret ederek sınavdan geçiriyorlardı. Buna dayanamayıp Şiiliğini açığa vuranları ölümle cezalandırıyorlardı. Canlarını kurtarmak için Şiiler "takıyye" ilkesine dört elle sarıldılar. Buna göre; düşmanın eline düşen, kendini kurtarana kadar inancını inkár etme hakkına sahipti.
Uzun yılların ürünü baskı ve ezilişin sonucu olarak benimsenen ve bir savunma biçimi olan takıyyenin, kendi mezheplerinden olmayan Müslümanlara karşı hele ortada bir tehlike söz konusu değilken uygulanmasını onaylamak mümkün değildir. Nitekim bu tür uygulamayı çok önemli Şii alimleri de kabul etmemiş, "Takıyye Müslümanlar ile müşrikler arasındadır. Müslümanlar arasında olmaz" demişlerdir. Humeyni de muhtelif beyanlarında "Artık takıyye dönemi kapanmıştır; çünkü takıyye geçmişte Emevi zulmüne karşı yapılmıştı. Bugün uygulanmasına gerek yok" demiştir.
* * *
Sonuç olarak söylemek gerekirse, takıyye kişinin kendisi, ailesi, milleti ve ülkesi için tehlike söz konusu olduğunda meşruiyet kazanır. Makul sınırları aştığında ve devamlılık eğilimine gidildiğinde, yani bir huy, bir alışkanlık haline getirildiğinde karakter bozukluğuna yol açar. İnsani münasebetlerde güveni sarsar.
Bunun ise İslami ilkelerle bağdaşması mümkün değildir. Günümüzde takıyyenin çokça yaygın olduğu söylenebilir. Hele baskı rejiminin olduğu ülkelerde kişilerin inanç, görüş ve kanaatlerini olduğu gibi göstermeleri mümkün değildir. İnanmadığı halde inanmış gibi görünenler bu tür rejimlerde çoğunluktadır.
İnsan haklarının, demokrasinin, din, vicdan ve ifade özgürlüğünün olmadığı yerde takıyyecilik kaçınılmazdır. Bırakın insanlar içlerini korkmadan, çekinmeden dışa vurabilsinler. Tarih boyunca içi başka dışı başka riyakár, ikiyüzlü, samimiyetsiz insanlardan ülke çok zarar görmüştür.
SORALIM ÖĞRENELİM
Tövbe namazı diye bir namaz var mıdır?
Dursun DEĞİRMENCİ/KONYA
Tövbe, insanın işlediği günahtan dolayı pişman olması, Allah’tan af ve mağfiret dilemesi ve bir daha yapmamasıdır. Tövbe için namaz kılmak gerekmez. Onun zaman ve mekánı da yoktur. Ancak abdest alıp iki veya daha fazla rekat namaz kıldıktan sonra tövbe etmesi müstehap (güzel) sayılmıştır.
Bir ayette, "Allah arşa kuruldu" denilmektedir. Zaman ve mekándan münezzeh olan Allah nasıl olur da bir mekánda oturur?
Salime GURUBA/KASTAMONU
Ayette geçen "İsteva" kelimesi Arap dilinde hem kuruldu, hem de kapladı anlamına gelir. Ayetin anlamı şudur: Allah dünya ve ahiret mülkünü nüfuzu ve tasarrufu altında tutmaktadır. Zaten ayetin son ibareleri Allah’ın kudretinin genişliğini anlatmak suretiyle bu anlamı kuvvetlendirmektedir. Nitekim dilimizde de falanca "Şuraya kuruldu" sözünden oraya hákim olmak, kontrolü ele geçirmek manasını anlarız.
Kredi ile (mortgage) ev alabilir miyim? İmkánlarım ancak bu şekilde ev alabileceğimi gösteriyor.
Salih DURUKANOĞLU/İSTANBUL
Kredi ile ev almanızda bir sakınca yoktur.
Kayıp eşya bulan kimsenin ne yapması lazım?
Gülcan KOÇ/ANTALYA
Kayıp eşyayı bulduğu yerde, uygun kitle iletişim araçlarıyla ilan eder. İlan sonunda sahibi çıkarsa ona verir. Sahibi çıkmazsa fakirlere dağıtır. Eğer kayıp eşyayı bulan fakirse ve ilan sonrası sahibi çıkmazsa buluntu eşyadan faydalanabilir.
Kooperatiften kura yoluyla dairemiz belirlendi. Dinimizde kura caiz midir?
Mahmut COŞKUN/ANKARA
Kura, herhangi bir konuda ilgililer arasında tercihi gerektiren bir sebep bulunmadığı hallerde konunun çözümü için başvurulan meşru bir yoldur.