Mutluluğun reçetesi: Ahlak

İNSAN, yaratılışından itibaren kendi inancı, bilgisi, tecrübesi ve birikimi doğrultusunda iyiye, güzele ve faydalı olana yönelmiştir. Bunun tabii sonucu olarak kişiye, topluma, inanca ya da felsefi düşüncelere göre farklı görüşler ve uygulamalar ortaya çıkmıştır.

Özellikle felsefede, ahlaki meselelere önemli ölçüde yer verilmiş, ‘Ahlak Felsefesi’ diyebileceğimiz düşünce sistemleri oluşturulmuştur. ‘İyi’ ve ‘kötü’nün tanımında farklılıklar ortaya çıkmıştır. İlahi mesajı iyi anlayamamış ya da ona inanmamış bazı düşünürler, genel anlamda insanın ahlaki bir varlık olduğunu, felsefenin en yüksek gayesinin ise ahlak olduğunu kabul etmişler; ancak ahlaki sistemlerini ve teorilerini kendi bilgi ve inanç birikimleri doğrultusunda şekillendirmişler ve kendi ahlak felsefelerini, teorilerini kendi bilgi ve inanç birikimleri doğrultusunda şekillendirmişler ve bunu birer mutluluk reçetesi olarak topluma takdim etmişlerdir.

Böylece çoğu insanın fıtratına, inancına ve genel geçer kabul edilen değerlere ters düşen ve daha çok maddi alana önem veren ahlak teorileri ileri sürülmüştür.

* * *

Faydayı ve mutluluğu temel kabul eden ahlaki görüşlerde, iyi ve kötünün tanımında ‘kişiye fayda temin etmesi ya da insana mutluluk veren şey olması’ esas kabul edilmiştir. 18. yüzyılın ahlaki düşüncesini yansıtan duygucu ahlak teorisinde haz veren şey iyi, elem veren ise kötüdür. Bir cümleyle ateistlerin ahlak anlayışlarından bahsetmek gerekirse, onlar da ahlakın dinden ayrı ve bağımsız olduğunu ve Tanrı inancıyla ahlak arasında zorunlu bir ilişki olmadığını ileri sürmüşlerdir.

Son yüzyıla damgasını vuran temel unsurun pragmatizm, yani faydacılık olduğunu söylemek mübalağa olmaz. Ahlakta da belirleyici unsur olan bu anlayış, fertler arası ilişkiden, toplumlar ve devletler arasındaki ilişkilere kadar hákim olmuş, insanlık bundan oldukça olumsuz etkilenmiştir.

Bugün gelinen noktada din, yükselen değerler arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Dolayısıyla bu durum, ahlakta da ilahi kaynaklı o an dönüşü beraberinde getirmiştir. Neyin iyi neyin kötü, neyin yararlı neyin zararlı olduğunu ilahi kaynakla, yani Kuran-ı Kerim’le ve Hz. Peygamberin sahih sünnetiyle açıkladığı İslam ve onun güzel ahlak umdeleri insanın dünya ve ahiret mutluluğunun tek gerçek reçetesi olarak ortada durmaktadır.

Çünkü insanı yoktan yaratan Yüce Allah, onun ruhi ve fiziki ihtiyaçlarını, zaaflarını en iyi bilendir. O, insanı yine insanlar arasından seçtiği peygamberleri ve onlara gönderdiği kutsal kitaplarıyla yönlendirmiştir. Seçtiği peygamberler, her şeyden önce her biri birer güzel ahlak örnekleridir. Yüce Allah, bir anlamda böylelikle, peygamber olarak seçtiklerinden hoşnut olduğunu, diğer insanların da bu peygamberlere benzer davranışlar sergilemeleri halinde, onlardan da hoşnut olacağı mesajını vermiştir.

Günümüzde diğer insanlara kıyasla daha az oranda olmasına rağmen, Müslümanlar arasında da bir ahlak erozyonu yaşanmaktadır. Bunun çeşitli sebepleri elbette vardır. Bu durum ilk bakışta küreselleşmenin getirdiği doğal sonuçlardan biriymiş gibi algılanabilir. Nasıl ki çevre kirliliği sınır tanımıyor ve başka coğrafyaları da etkisi altına alıyorsa, ahlaksızlık da sınır tanımamakta ve günden güne hızla gelişen iletişim araçlarıyla bir anda bütün dünyaya yayılmakta, çoğu zaman da toplumda telafisi mümkün olmayan derin yaralar açmaktadır.

O halde, bugün her zamankinden daha çok Yüce İslam dininin ve onun güzel ahlak kurallarının bilinmesine ihtiyaç vardır. Öncelikle ve özellikle bu hususa eğitim kurumlarında, kitle iletişim araçlarında yer verilmeli, aksine uygulamalardan şiddetle sakınılmalıdır. Zira, ahlak erozyonu bütün değerler sistemini ters yüz etmekte, ferdi çıkmaza, aileleri şiddetli geçimsizliğe ve dağılmaya, toplumu topyekûn huzursuzluğa ve karmaşaya sürüklemekte, milli birlik ve bütünlüğümüzü tehdit edebilmektedir.

* * *

Güzel ahlak, Müslüman’ın inancının dışarıdan görünen yüzüdür. Bir Müslüman, güzel ahlak kurallarına riayet ederek hayatını devam ettirdiğinde kendisiyle, ailesiyle, iş arkadaşlarıyla ve içerisinde yaşadığı toplumla barışık bir hayat sürdürmektedir. Sadece görünen yönü değil, kendi iç dünyası da muazzam bir tatmin duygusu yaşamaktadır. İyi ve kötünün Kuran’la ve sevgili Peygamberimizin sahih sünnetiyle belirlenmesi, bu konudaki karmaşayı noktalamakta, insanın fıtratına en uygun değerler ortaya çıkmaktadır.

Burada aynı zamanda bir denge, yani orta yol söz konusudur. İslam ahlakında insana zarar verdiği açık olan aşırılıklara asla yer yoktur. Sözgelimi cimrilik etmek de, savurganlık da kötüdür ve iyi olan cömertliktir. Bu ise hem iki kötünün denge noktası, hem de orta yoludur. İslam ahlakçıları görüşlerinde bu benzeri konulara oldukça önemli yer vermişler, adeta güzel ahlak formüle eden eserler ortaya koymuşlardır.

Bugün dünyamız postmodern çağı yaşamaktadır. Yaşanan acı tecrübeler göstermiştir ki, ilimde, teknolojide ne kadar mesafe alınırsa alınsın, insanın manevi yönü ihmal ya da inkár edilerek gerçek mutluluğa ulaşmak mümkün değildir. Madde yalnız başına insanı mutlu edememekte, ilahi mesajdan beslenmeyen ahlak teorileri ve düşünce sistemleri insanın ihtiyaçlarına cevap verememektedir.

Bunun en belirgin örneği, pozitivizmin çöküşünde yaşanmıştır. Elbette insan, yeni buluşlarla her gün eşyanın sırlarını çözmeye azami gayret sarf edecek; ama ona insan olduğunu hiçbir zaman unutturmayacak, güzel ahlakı da asla ihmal etmeyecektir.
Yazarın Tüm Yazıları