Misyonerlik faaliyetleri üzerine

AB’ye giriş yolundaki adımlarımızın hızlandığı bugünlerde, ülkemize yönelik misyonerlik faaliyetlerinde de geçen yıllarla mukayese edilemeyecek ölçüde bir artış kaydedildiği gözlenmektedir.

Bunun, AB kriterlerine uyum konusundaki gayret ve taahhütlerimize paralel bir şekilde gelişmesi şaşırtıcı değildir.

Beklenen bir gelişmeydi; ancak bu faaliyetlerin ülkemizle ilgili bazı gizli planların bir parçası olduğu yönünde elde edilen kimi veriler, kamuoyunun konuya bakışını daha duyarlı hale getiriyor.

Bunun en çarpıcı örneği, eski DSP Genel Başkan Yardımcısı Rahşan Ecevit’in ‘Dinimiz elden gidiyor’ şeklindeki sürpriz çıkışıdır. Öteden beri ‘laiklik’ yanlısı görüşleriyle tanınan ve bu görüşlerinden hiçbir şekilde taviz vermeyen Sayın Rahşan Ecevit’in bu haykırışı tartışma yaratmakla birlikte, dikkatleri yeniden misyonerlik faaliyetlerine yöneltmiştir. Biz de, bugünkü yazımızı, yerimizin elverdiği ölçüde bu konuya ayırmak istedik.

* * *

Hıristiyan misyonerliği dendiğinde aklımıza, kiliseler, din adamları ve bunlarla bağlantılı vakıf, dernek, şirket ve şahısların yürüttüğü bir faaliyet akla gelmelidir. Bu gruplar, Hıristiyanlığın yaygın olmadığı ülkelerde bu dini yayarak, yandaş ve sempatizan sayısını artırıp kendi ülkelerinin siyasi çıkar ve emellerine hizmet ederler.

Ülkemizde, 1950’li yıllarda başlayan misyonerlik hareketi, özellikle son bir-iki yılda daha da ivme kazanarak bir temele oturtulmuş ve bugün artık propagandasını açıkça yürütebilecek bir boyuta gelmiştir. Halen faaliyet halinde olan misyoner grupları içerisinde Protestan misyonerlerin ön plana çıktıkları, Katolik misyonerlerin, Yehova Şahitleri’nin, Bahailer’in, Moon Tarikatı’nın da faaliyetleri bulunmakla birlikte, bunların Protestanlara kıyasla daha az etkin oldukları görülüyor.

Bu faaliyetler özellikle Almanya, İngiltere, ABD, Güney Kore, İsveç ve Kanadalı misyon grupları tarafından sürdürülüyor. Tamamen misyonerlik amacıyla ülkemize gelen bu gruplar, özellikle dil kurslarına kaydolarak veya bu kurslarda öğretmen olup ikamet izni alarak kendilerini kamufle ediyorlar. Bu organize faaliyetler içinde Hıristiyanlığı kabul edip aktif bir şekilde çalışan vatandaşlarımız da yer alıyor.

* * *

Edinilen bilgilere göre, ülkemizde halen yüzlerle, hatta binlerle ifade edilebilecek sayıda kilise, İncil, kitap, broşür, CD, VCD gibi materyali basıp dağıtan 15 basın-yayın kuruluşu, 11 dernek ve vakıf, yurtiçinde 5, yurtdışında 4 olmak üzere 9 radyo istasyonu ve 11 internet sitesi bulunuyor. Misyoner kuruluşları bunların dışında kitabevleri, bürolar ve evlerde yaptıkları seminer, toplantı, konferans ve benzeri faaliyetlerle etkinlik alanlarını genişletmeye çalışıyorlar.

Misyonerlerin hedef kitleleri arasında, tahmin edileceği gibi menfaat beklentileri içerisinde olan veya ilgiye, yardıma muhtaç, toplumla barışık olmayan, bulunduğu ortamdaki ekseriyetten farklı mezhep veya etnik özelliklere sahip olan kişi ya da gruplar bulunuyor. Misyoner propagandalarına açık olan asıl kesimin, inanç zafiyeti yaşayan ve bunun sonucunda yeni arayışlara girerek bilhassa popüler ve kolaycı inanç sistemlerine yönelen gençlerden oluştuğu görülüyor. Söz konusu faaliyetlerin daha ziyade üniversite gençliği arasında rağbet görmesi de bu değerlendirmeyi kuvvetlendirmektedir.

Diğer taraftan hedef kitlenin genişletilmesi amacıyla yapılan çalışmalarda faaliyetin daha çok etnik unsurlara yöneldiği gözleniyor. Halihazırda ‘etnik unsurlar’ konusunun hassasiyetini koruması ve bazı yurtdışı kuruluşlarının konuyla aşırı ilgilenmeleri göz önüne alındığında Kürt, Arap kökenli, Alevi veya Nusayri inanışına sahip vatandaşların propaganda kapsamına alınmakta olması, faaliyetlerin sadece dini amaca yönelik olmadığı düşüncesini destekliyor.

Türk toplumunun aile yapısını, milli ve manevi değerlerini değiştirmek, sosyal yapısını zaafa uğratmak, milli birlik ile bütünlüğü bozmak ve bölmek amacıyla yürütülen misyoner propagandaları, yurtiçi ve yurtdışından, çoğunluğu telefon rehberinden tespit edilen adreslere muhtelif doküman gönderilmesi, radyo yayınları ve konuya ilgi duyan kişilerin tespit edilmesi suretiyle ikili ilişkiler kurulması şeklinde sürdürülüyor.

* * *

2000 yılının eylül ayında gerçekleştirilen Türkiye Protestan Kiliseleri Birliği Konferansı’nda, ‘Her eve müjde, her ile topluluk’ şeklinde belirlenen amaç doğrultusunda, ‘2005 yılında 50 ilde topluluk kurulması ve Türkiye genelinde ise 10 bin imanlıya ulaşılması’ şeklinde bir hedef belirlenmiştir. Ayrıca, Papa’nın Azerbaycan ziyaretinde sarf ettiği ileri sürülen, ‘Birinci milenyumda Avrupa’yı, ikincide Afrika’yı Hıristiyan yaptık. Üçüncü milenyumda da Asya’yı yapacağız’ ifadesi, bu faaliyetlerin nasıl bir tehlike arz ettiğini gözler önüne seriyor.

Bundan sonra yapılacak olanlar bellidir: İlkokuldan başlayarak gençlerimize sağlıklı bir din eğitimi verilmesi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın daha etkili bir aydınlatma faaliyetine yönelmesi. Polisiye tedbirler, bunun inanç yönüyle değil, siyasi hedefiyle ilgili olabilir.

Önümüzdeki günlerde bu konuya tekrar değineceğiz ve meseleyi daha geniş boyutlarıyla analiz edeceğiz.

Son söz: Üç kuruş menfaat karşılığında değiştirilecek bir din, inancı temsil etmez. O bir metadır; üzerine ‘satılık’ etiketi konulmuşsa varsın gideceği yere gitsin!

SORALIM ÖĞRENELİM

Ölüye kurban kesilir mi? Şayet kesilirse aile fertleri yiyebilir mi? Arife günü mü, bayram günü mü kesilmeli?

V.E/İstanbul

Bir kimse ölmeden önce adına kurban kesilmesine vasiyet etmişse, várisleri tarafından malının üçte birinden kurban kesilerek bu vasiyeti yerine getirilir. Bu kurbanın etlerinden sadece yoksullar yiyebilir. Vasiyet etmemişse, várisleri tarafından onun için kurban kesilirse bu kurbanın etlerinden yakınları da yiyebilir. Kurban, arife günü değil, bayram günleri kesilir.

Bir soruya verdiğiniz cevapta, farz namazı için kaza borcu olanların sünneti kılmayabileceğini yazmıştınız. Aynı mealdeki bir başka soruya ise kaza borcu olanların, borcu yerine, sünnetleri kılabileceği yönünde açıklamanız olmuştu. Bu konuyu açar mısınız?

Tuncer YILDIZ/BALIKESİR

Namaz borcu olanlar, farz namazlarıyla birlikte kılınan sünnetleri kılabilecekleri gibi, hakkında kılınmasına dair hadis-i şerif bulunan (kuşluk namazı vs.) nafile namazları da kılabilirler. Bazıları da müekket olmayan ikindinin sünneti ile yatsı namazının ilk sünnetini kazaya niyet ederek kılmaktadırlar. Bunda da bir sakınca yoktur.

Vücuttan kan alındıktan sonra posasının yeniden vücuda zerk edildiği, dolayısıyla orucun bozulduğu kanaatiyle yemek yenmesi halinde kefaret gerekir mi?

Recep Hulusi KARAY /ESKİŞEHİR

Kan aldırmak orucu bozmaz. Ancak, orucun bozulacağı zannıyla yenmesi halinde Hanefi mezhebine göre hem kaza, hem kefaret gerekir. Diğer müçtehitlere göre, gününe gün tutması yeterlidir. Ben de diğer müçtehitlerin görüşüne katılıyorum. Gününe gün tutmak yeterlidir.
Yazarın Tüm Yazıları