Laiklik üzerine

ÜLKEMİZDE, üzerinde en çok konuşulan ve tartışılan konulardan birisi de laikliktir. Laiklik kavramı, Batı orijinli bir kavramdır.

Batı’da kilise ve kralların menfi tutumuna aksülamel olarak ortaya çıkmış bir anlayıştır. Sözlükte, din ve ruhban sınıfından olmayan kişi anlamlarına gelen "laik" terimi, 1789 Fransız İhtilali’nden sonra yaygınlaşarak gündeme gelmiştir.

Böylece egemenlik kraldan halka geçmiş, dolayısıyla kilisenin din istismarına da son verilmiştir. Ortaya çıkan laik devlet anlayışı, din ile devlet işlerinin aynı kurumlar eliyle yürütülmesi, din ve vicdan hürriyetinin teminat altına alınması temeline dayandırılmıştır.

* * *

Siyasi, felsefi ve hukuki anlamları olan laikliğin pratiğe dönüşmesi, yani uygulama biçimi her ülkede kendi tarihi ve sosyal şartları çerçevesinde şekillenmiştir. Dolayısıyla, ülkelerin anayasalarına bu ilkenin yansıması da değişkenlikler arz etmektedir. Mesela, Fransa’da kilise ile devlet işleri tamamen ayrılırken, İngiltere’de kral veya kraliçe, siyasi iktidarı olduğu gibi dini iktidarı da simgeleyen bir yapı olarak korunmuştur. ABD’de ise daha farklı bir uygulama söz konusudur.

1937 yılında Anayasamıza giren laikliğin bizdeki uygulaması da ülkemizin tarihi ve sosyal şartlarının bir sonucu olarak "nevi şahsına münhasır" özellikler arz etmektedir. Laiklik ilkesinin Türk toplumunu İslam’dan uzaklaştırdığı yolundaki iddialar temelsizdir. Hemen ifade etmek gerekir ki; laiklik dinin yok olduğu, kutsal değerlerin insan yaşamı için anlam ve işlevini yitirdiği, hatta dini örgütlenmenin bittiği anlamına kesinlikle gelmemektedir. Laiklik; din ve devlet kurumlarının rollerinin ayrışması, bireylerin dini ve vicdani kanaatlerine müdahale edilmemesi anlamına gelir.

Bugün modern toplumlarda laiklik, din ve vicdan hürriyetinin teminatıdır. Din gibi kutsal bir duygunun istismarının önlenmesinin de garantisidir. Nitekim, Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, "Laiklikten dinsizlik anlamı çıkartmak isteyen bezirgánlara fırsat vermeyeceğiz" demiştir. Hatta Atatürk’ün şu sözü, ülkemizde uygulamasını istediği laiklik anlayışını tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır. O diyor ki, "Laiklik sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması demek değildir. Dindarın, din ve ibadet hürriyetini tekeffül etmektedir, yani güvence altına almaktadır".

Evet, laikliğin ideal bir şekilde uygulandığı ülkelerde, dinin istismarının büyük ölçüde önüne geçildiği ve dine büyük saygınlık sağlandığı görülmektedir. Ancak her şeyin istismar yapıldığı gibi laikliğin de istismarı yapılabilmektedir.

Zaman zaman ülkemizde laiklik konusunda kutuplaşmalar, zıtlaşmalar yaşanmaktadır. Laik-antilaik tartışmaları yapılmaktadır. Laiklik bir kesim tarafından din düşmanlığı, diğer bir kesim tarafından da dini değerlere topyekûn karşı olmak gibi algılanmaktadır. Bu, yanlış bir anlayıştır. Aslında laiklik, devletin bir vasfıdır. Devlet "laik" olur fakat insan "laik" olamaz. İnsan ya inanır, ya da inanmaz. Bu tamamen insanın vicdani bir sorunudur.

Laiklik, devletin dinler karşısında "nötr" olmasıdır. Anayasamızın 24. maddesinde, "Herkes vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. İbadet, dini ayin ve törenler serbesttir. Kimse ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz, dini inanç ve kanaatinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz" hüküm yer almıştır. İşte, bu laikliğin sonucudur.

* * *

Dinimizde de en geniş anlamda din ve vicdan hürriyeti vardır. Kuran-ı Kerim’de buyuruluyor ki: "Dinde baskı ve zorlama yoktur." (Bakara, 256).

"Onlara öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onlara baskı yapan bir zorba değilsin." (Gaşiye, 21-22).

"Sizin dininiz size, benim dinim bana." (Kafirun, 6).

Bu ayetler ve tarih boyunca ortaya konan uygulamalar, İslam’ın din ve vicdan özgürlüğüne verdiği önemin açık delilidir.

Günümüzde zaman zaman devlet-din ilişkilerinde rahatsızlıklar gözlenmektedir. Halbuki ne devletin vatandaşlarına, ne de dinin, özellikle İslam’ın müntesiplerine; ferdi anlamda mutluluk, içtimai manada adalet ve huzur sağlamaktan başka bir amacı yoktur. Bu tür rahatsızlıkların sebebi ne devlet, ne de din olmayıp, dini mesajları ve devletin önemini doğru kavrayamayan dindarlar veya dine gereken önemi vermeyen idarecilerdir. Yani rahatsızlıkların sebebi müesseseler değil, bunların yetkilileridir.

SORALIM ÖĞRENELİM

Hz. Peygamber "Borç almaktan Allah’a sığınırım" diye bir duada bulunmuş mudur, bulunmuşsa neden?

Ömer TANRIKULU/İSTANBUL

Hz. Aişe’den gelen bir rivayette, Peygamberimiz şöyle dua ederdi: "Allah’ım! Kabir azabından sana sığınırım, Mesih Deccal’in fitnesinden sana sığınırım, hayatın ve ölümün fitnesinden sana sığınırım. Allah’ım! Günahtan ve borçtan sana sığınırım." Hz. Aişe devamla diyor ki: "Birisi kendisine ’Borçtan ne de çok sığınıyorsun’ diye sordu. Peygamberimiz ’İnsan borçlandığı zaman söz söyler de yalan uydurur, söz verir fakat sözünde durmaz’ buyurdu." Borç, tabii ki kul hakkıdır ve ağır bir şeydir.

Cinsel ilişki sırasında eşim tatmin olmuyor ve etkilenmiyor. Bu durumda yine de boy abdesti alması gerekir mi?

A.GENÇ

Cinsel ilişkide bulunan kadın ve erkekten herhangi biri orgazm olmasa bile boy abdesti almak gerekir.

Geçen gün güneş tutulduğunda cemaatle namaz kılındı. Bunun dinimizde yeri var mı?

Efdal ÖMÜR/İZMİR

Güneş tutulduğu zaman iki rekat cemaatle namaz kılınır. Nitekim, Peygamberimiz güneş tutulduğunda mescide girer, ezansız ve kametsiz iki rekat namaz kıldırırdı. Ay tutulduğunda ise namaz cemaatle kılınmaz, herkes evinde tek başına kılar. Bu da sünnettir. Hz. Peygamber, bunlarla ilgili bir hadiste şöyle buyurur: "Güneş ve ay hiç kimsenin ölümü veya hayatından dolayı tutulmaz. Bunu görünce namaz kılın ve Allah’a dua edin."

Namazda ayakta durabiliyorum, ancak rüku ve secde yapamıyorum. Ayakta ima ile namazımı kılabilir miyim?

Hasan TURAN/ADANA

İma ile ayakta namazınızı kılabilirsiniz. Ancak, oturarak kılmanız daha iyi olur.
Yazarın Tüm Yazıları