İSTANBUL’dan Cevher Okan isimli bir okuyucumuz, gönderdiği mektupta, insanların Mevláná, Yunus gibi gönül adamlarını ululaştırıp kutsallaştırmalarını ve neredeyse putlaştırmalarını eleştirmektedir.
Okuyucumuzun bu görüşüne katılmamak mümkün değildir. Halkımızın arasında sözü edildiği şekilde yaygın bir inanç vardır. Tarih boyunca sadece bizde değil, diğer ülkelerde de bu tür inançlar var olagelmiştir.
Büyük İskender’i sevenler, O’nu Zeus’un oğlu olduğuna inandırmaya çalışmışlardı. Ama İskender bir gün yaralanıp da yarasından kan aktığını görünce, ‘Buna ne diyeceksiniz bakalım; kıpkızıl insan kanı değil mi bu?’ diye sormuştur. Yunan şairi Hemodoros, Antigonos’u öven şiirinde ona ‘Güneşin oğlu’ dediğinde, Antigonos, ‘Oturağımı döken adam pekala benim güneşin oğlu olmadığımı bilir’ demiştir.
Halk, kutsallık izafe ettiği insana doğaüstü bir varlıkmış gibi yaklaşır. Onların da hayatı diğer insanlar gibi aynı ihtiyaç ve refleksler içinde yaşadığını düşünemezler. Adına ister mitologya diyelim, ister mistik inanış; bu tür efsaneler halkın kafasında yer etmiştir. Her ülkenin, hatta her köyün, her kasabanın, her şehrin bir hamisi olduğuna inanılır. Bu sadece Doğu’ya özgü bir durum da değildir. Batı ülkelerinde de bu tip inanışlar yaygındır. Örneğin, Parisliler Sainte Genevieve adlı kadını Paris’in manevi hamisi saymaktadırlar; çünkü onlara göre Paris’i Atilla’nın istilasından o azize kurtarmıştır.
Bizde de İstanbul’un manevi koruyucusunun Ebu Eyüp El Ensari olduğuna inanılır. Birinci Cihan Savaşı’nda düşman güçlerinin İstanbul’a ayak bastığı halka duyurulup tedbir almaları istenince, ‘Burada Peygamberimizin alemdarı Ebu Eyüp El Ensari yatıyor; dolayısıyla düşman buraya giremez. O bizi korur’ denilerek işgale kayıtsız kalındığı bir vakıadır.
Kişilerin kutsallaştırılmasını dinimiz reddetmektedir. Peygamberimiz vahye mahzar olduğu halde hiçbir zaman beşer üstü bir varlık olduğunu iddia etmemiştir. Kuran ‘De ki ben de sizin gibi bir beşerim. Ancak bana vahyediliyor’ hitabıyla Müslümanlara peygamberlerin de insan olduğunu hatırlatmıştır. Karşısında titreyen bir bedeviye ‘Ne korkuyorsun, ben Mekke’de arpa ekmeği yiyen Abdullah’ın oğlu Muhammed’im’ diyerek kendisinin de bir insan olduğunu belirtmiştir.
Halkın, bu tür yerleşik inançlarından kurtulması o kadar kolay değildir. Bu ancak okumakla, bilgiye ulaşmakla, meseleleri aklın süzgecinden geçirmekle mümkün olabilir. Tabii ki, aydınlarımıza bu konuda büyük görevler düşmektedir. Onlar toplumu aydınlatacak; toplum da bu tür saplantılardan zaman içinde kurtulacaktır.
Aynı okuyucum, yazının devamında bu gönül adamlarını hafife alarak ‘Sıradan insanlar’ seviyesine indirerek küçümsemektedir. Buna da katılmamız mümkün değildir. Bunlar gönül ve fikir adamlarıdır. Bunları sıradan bir insan yerine koymak yanlıştır.
Bir Batılı düşünürün dediği gibi, ‘Büyük İskender’in o parlak yaşayış içindeki değeri, Sokrates’in düşkün ve sönük bir yaşayış içindeki değeri yanında bir hayli cılız ve sönük kalır. Düşünce olarak Sokrates’i İskender’in yerine koyabilirim. Ama İskender’i Sokrates’in yerine koymayı asla düşünemem.’ Çünkü biri kaba kuvvetle dünyaya boyun eğdirmiş, diğeri ise insan hayatını doğal niteliğine uygun olarak yönetmesini bilmiştir. Bugün bir Yunan medeniyetinden söz ediliyorsa, bu medeniyet İskender’in kılıç darbelerine değil, Sokrates’in akıl ve hikmet yönündeki yol göstericiliğine borçludur.
Yine asırlarca uykuya dalmış olan İran’ın ruhundaki uyanışı ‘Otuz yıl çok sıkıntı çektim. Acemi bu Farsça ile dirilttim’ sözleriyle ifade eden ünlü şahnamenin sahibi Firdevsi değil midir? Bizde de 13. Asır Anadolu’sunun kan ve buhranlı coğrafyası üstünde Mevlána, Hacıbektaş, Yunus vb. gibi rehber ve önder insanlar olmasaydı muhteşem bir Osmanlı medeniyeti ve hakimiyeti de doğamazdı. Anadolu’nun Türkleşmesini ve İslamlaşmasını sağlayan bu gönül erleri değil midir?
İnsanlık için yeni bir çığır açmak, yeni bir medeniyet anlayışı ortaya koymak kolay bir iş değildir. Kendi kendimize bile düzen vermenin ne kadar güç olduğunu biliriz. Toplumun önünde giden bu gönül erleri kendilerini aşmış, benliklerini toplumun potasında eritmiş, beşeriyet fedaisi olarak ortaya çıkmış müstesna şahsiyetlerdir. Onların şahsi hayatları bile yoktur denilse yerindedir. Çünkü onların işi hayatı yaşamak değil nasıl yaşanması gerektiğini bir ömür boyunca temsil etmekten ibarettir.
Bu insanlar keramet gösterdikleri veya gaipten haber verdikleri için mi saygıdeğer olmuşlardır? Hayır, bunlar asla küçük hazların peşine düşmemişler, ucuz hünerler göstermeye tenezzül etmemişlerdir. Bu hak erleri, samimiyetleri, bilgileri, sevgileri, imanları ve irfanları ile insan topluluklarına ahenk, nizam ve deva sunmuş; böylece zamanın ötesine hükmeden sıradışı şahsiyetler olmuşlardır. Bugün bu insanlara ne kadar da çok muhtacız.
Şeyh Galip’in dediği gibi ‘Onlar güneş, yer, yıldız çıkarırlardı.’
SORULAR-CEVAPLAR
Soru: 15 yıllık evliyim, eşim beni çok kıskanıyor. Bu yüzden ailemizin huzuru bozuluyor. Evliliğimiz kopma noktasına geldi. Ne yapabilirim?
Mevlüt - İSTANBUL
Cevap: Kıskançlık kadınların doğasında vardır. Hz. Aişe diyor ki: ‘Peygamberimize ilk eşi Hz. Hatice için gösterdiğim kıskançlığı hiç kimse için göstermemiştim. Zira sürekli ondan söz eder ve onu konuşurdu. Yine günün birinde ondan söz açarken dedim ki: ‘Ne yapacaksın kırmızı avurtlu yaşlı kadını. Allah onun yerine daha iyisini sana ihsan etmedi mi?’ Peygamberimiz ‘Allah’a yemin ederim ki, Allah ondan daha hayırlısını vermemiştir’ dedi ve eski eşine vefa gösterdi.’ Kıskançlığı giderecek tek tedbir, sabır ve tahammül göstermek, eşine güven telkin etmektir. Bir de iyi bir psikiyatriste birlikte gitmeniz yerinde olur.
Soru: Dört belediyenin bakım sorumluluğunda bulunan bir hayvan barınağını ziyaret ettiğimde, personel cuma namazına gittiği için o gün hayvanların aç bırakıldığına şahit oldum. Bu yapılan günah değil midir?
Nilüfer ATALAY - İSTANBUL
Cevap: Çalışanların cuma namazına katılmaları azami bir saatlik bir süreyi alır. Bunun cuma namazından dolayı değil, oradaki çalışanların görevlerini hakkıyla yapmadıklarından kaynaklandığı kanaatindeyim. Hayvanları aç bırakmak elbette günahtır. Cumayı bahane ederek kamu görevini ihmal edenler kadar, onlara göz yuman amirleri de sorumludur.
Soru: Tuvalette abdest alınabilir mi?
Ahmet TOKUŞ - SAMSUN
Cevap: Tuvalette abdest alınmasında bir sakınca yoktur. Ancak böyle yerlerde besmele, zikir ve duaların içten söylenmesi uygun olur.
Soru: Ayakta banyo yapabilir miyim?
Mustafa KILIÇ - İSTANBUL
Cevap: Banyo yapmaktan amaç temizlenmektir. Ayakta veya oturarak yapılması gibi bir kural yoktur.