"SAKARYA"nın unutulmaz şairi Necip Fazıl Kısakürek, "Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir!" diyor bu şiirinde.
"Her şey zıddıyla kaimdir" ilkesini insanın yapısına getirirsek, oluklardan nuru da, kiri de akıtan insanoğlunun sadece nurdan veya kirden oluştuğunu varsaymak fıtrata aykırı düşer. Kur’an da bunu böyle tespit ediyor.
Hem insanı "eşref-i mahlukat" seviyesine çıkarıyor, hem de "esfel-i safilin" (aşağıların aşağısı) mertebesine indirgiyor. Bu, aynı insandır. İnsanın iki yönünü açıklayan bir vurgulamadır. Çünkü insan, "iyi" ile "kötü"yü içinde barındıran bir varlık.
Her karaktere göre değişen ağırlıkları ve etkileriyle... Din ve onun getirdiği ahlak sistemi, onu rafine etmekle, iyi ile kötüyü birbirinden ayırmakla görevli. Onun "iyi"sindeki "kötü"leri, "kötü"sündeki "iyi"leri ayıklamaya kurgulanmış bir rafineridir bu.
***
Ahlaki derinliğin yüze yansımasını birçoğumuz, "Yüzünden nur akıyor" tanımlamasıyla ifade ederiz. Kötü ruhların yüzlere yansıması ise "içinin karası yüzüne vurmuş" deyimiyle anlatılır. "Yüz, ruhun aynasıdır" sözü boşuna söylenmemiştir. "Hayrı güzel yüzlülerden umun" mealinde de bir hadis vardır. Kur’an'da "O gün iyi insanlar da, kötü insanlar da simalarından belli olur" buyurulmuştur.
Mevláná, bu hususta şöyle diyor: "İkisinin de yüzlerine bak, yüzlerini hatırında tut; olur ya, dikkat ede ede yüzü tanır bir hale gelirsin. Ancak, bu hususta feraset sahibi olmak gerekir. Birbirine zıt olan iki şey birbirine şekil olarak da benzeyebilir. Acı suyun da, tatlı suyun da berraklığı, duruluğu vardır. Her ikisini de birbirinden ayırt edebilmek için tatmak lazımdır."
Din, insanları iyiye, doğruya, güzele yöneltmek için vardır. Yanlış ile doğruyu, güzel ile çirkini, iyi ile kötüyü tefrik etmek emredilmiştir insana. Bunun içindir ki, insan temyiz ve tefrik kabiliyetiyle donatılmıştır. Bu donanım akılla taçlandırılmış, vicdanla ihata edilmiştir. Akıl ve vicdanın imtizaç etmediği ruh, hastalıklı ruhtur. Din, insana önyargıyla bakmaz. Onu peşinen "iyi" ya da "kötü"nün safına koymaz. Onun temyiz ve tefrik kabiliyetini işleterek doğruyu bulmasına yardımcı olur.
Din ile hayat ve düzen arasında bir uyumsuzluk da düşünülemez. Cenab-ı Hak, yarattığı düzene aykırılık taşıyan bir kurum ihdas etmemiştir. O’nun düzeninde zıtlıklar vardır, fakat çelişkiye yer yoktur. Işık ile karanlığın, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, mevsimlerin birbiriyle yer değiştirmesinde ne büyük hikmetler olduğunu bizzat kendisi söylüyor Yaratıcı.
Hepsi birbirinin hem zıddı hem tamamlayıcısıdır. Örneğin; yeryüzünün gülmesi, gökyüzünün ağlamasına bağlıdır. Yağmurla toprağın buluşmasından meyveler, yeşillikler, çiçekler türer. Kozmik düzen açısından aralarında herhangi bir çelişkinin var olduğunu söylemek O’nun hikmetini sorgulamaktır ki, buna akıl ve irfan yetmez.
Din, insanı olgunlaştırmak ve kemale eriştirmek için vardır. İnsan ve toplum için düzenleyici bir role sahip olan dinin kendi mecrasından çıkarılarak başka amaçlar ve çıkarlar için kullanılması daima yıkıcı sonuçlar doğurmuştur. Bunun birçok örneği tarihimizde mevcuttur.
Bundan 98 yıl önce tarihe "31 Mart Vakası" diye geçen travmayı koca imparatorluğu feda ederek yaşamış bir toplumuz. Halen o meşum (uğursuz) günün bıraktığı yaraların izlerini silmekle meşgulüz. Bugün de benzer tehlikeler "bölücü ırkçılık" belasıyla buluşarak milli varlığımıza dönük tuzaklar halinde geleceğimizi tehdit etmektedir.
Şüphesiz, en sinsi tehlike, dini kısır menfaatleri için kullananlardan geliyor. Din, onlar için siyaset ve ticaret metaı. Dinin kisvesine bürünerek kitleleri aldatmak en büyük hünerleri. Yine Mevláná bunlar için şu tanımlamayı getiriyor:
"İnsan yüzlü pek çok iblis vardır. Öyle ise her ele el vermemek gerek. Çünkü avcı da ıslık çalar, kuşun ötüşünü taklit eder; böylece kuşları kandırmak ister. O kuş kendi cinsinden bir kuşun ötüşünü duyar, havadan uçup iner, tuzağa düşer yakalanır."
Bunların arasında Mehdilik davasına kalkışanlar, asrın müceddidi olduğunu iddia edenler, kendisine vahiy geldiğini, Allah’ı gördüğünü, Peygamberle konuştuğunu söyleyenler, hatta yeni bir din kurmaya kalkışanlar bile vardır. Bunların ruh hastası olanları müstesna, bir kısmı menfaatleri için kılık değiştirirler, batıla alet olurlar, hatta yabancılara maşalık dahi ederler.
***
"İnsan yüzlü iblisler" asırlardır sahneden inmiyorlar. Tükenmek bilmeyen iştahlarıyla insanların ve toplumların kaderleri üzerinde "kemirici" görevlerini yapmaya devam ediyorlar. Bunlarla mücadele etmek, gerçek ve samimi Müslümanlara düşen bir görevdir.
Din, fertleri mukaddes duygu, ortak şuur ve vicdan etrafında birleştiren bir amildir. Ahlaki bir müessese olarak insanlara yön veren, kişiyi içten kuşatan, kucaklayan bir disiplindir. Hiç kimsenin kendi ürettiği bir düşünceyi, dinin kutsal alanından yararlanarak başkalarına kabul ettirme hakkı bulunmamaktadır. İnsanların dini hassasiyetlerinden faydalanmak, dine karşı en büyük saygısızlıktır.
İman hayatımızı (din bezirgánlarının bıraktığı tortular da dahil) kirden ve pastan ayıklamayı başaramadıkça kurtuluşa eremeyiz.
SORALIM ÖĞRENELİM
Dua etmek istiyorum, günahlarımı hatırlayınca Tanrı’dan utanıp dua edemiyorum. Ne yapmalıyım?
H.TOKSÖZ/İZMİR
İnsanın kendini günahkár görüp dua etmekten çekinmesi asla doğru değildir. Bu da bir günah sayılır. Kul, işlediği günahlardan dolayı Yaratıcı'dan özür dilemeli, af dilemeli ve ümidini kaybetmemelidir. Dua, Hz. Peygamber’in bir sözünde de belirtildiği gibi ibadetlerin özü, beyni ve ruhudur. O, merhametlilerin en yücesidir. Affetmeyi sevendir. Kulunun yalvarmasına, ağlamasına kayıtsız kalmaz. Nitekim Kur’an'da, "Duanız olmasa siz neye yararsınız?" buyurulmuştur.
Namazda bazen Fatiha Suresi'ni unutup sadece zammı sure okuyorum. Ya da zammı sureyi başa alıp Fatiha'yı sonra okuyorum. Bu durumda ne yapmalıyım?
Enise KIRAN/İZMİR
Farz namazlarının birinci ve ikinci rekatında Fatiha'yı unutup sadece zammı sure okuyan veya unutarak zammı sureyi başa alıp Fatiha'yı sonradan okuyan kimsenin sehiv secdesi yapması gerekir. Bunları bilerek yapanlar için ise yanılma secdesi gerekmez, ancak vacibi terk etmiş olurlar ki, bu bir noksanlık olsa da namazın iadesini gerektirmez.
Taksitli alışveriş caiz midir?
Mehmet KOBAŞ
Bir malı peşin şu kadar lira, taksitle şu kadar lira şeklinde tek bir sözleşme içinde vade müddeti belirleyerek peşin satışa göre farklı bir fiyatla satmak caiz görülmüştür. Ancak, müşterinin zor ve muhtaç durumda oluşundan veya alıcının piyasa şartlarını bilmemesinden yararlanarak malı piyasa değerinden daha pahalıya satmamak gerekir.
Akraba evliliği konusunda ne diyorsunuz?
Ali MERDANGİL/UŞAK
Kur’an'da evlilikleri yasaklanmış olanlar dışında amca, hala, dayı ve teyze gibi birbiriyle akrabalık bağları bulunan kimselerin çocuklarının birbirleriyle evlenmeleri caizdir. Ancak, tıbbi bazı nedenlerden dolayı akraba evliliği tavsiye edilmemektedir.