KOZMİK bir düzenin şifrelenmiş oyuncularıyız. Káinatın tek yaratıcısı, tek mimarı olan Cenab-ı Hak bu ilahi düzeni ezelde yaratırken şaşmaz bir uyum senfonisi bestelemiş.
Notalar ruhumuza üflenmiş; elimizdeki enstrümanları kullanarak bu bestenin cezbedici müziğini seslendiriyoruz. En büyük enstrüman aklımız; her şey onun yol göstericiliğine muhtaç. Duygularımıza ruhumuz şekil veriyor. Ruh, akıl cevherini koruyan, onu zarafetle sarıp sarmalayan kadife ambalaj. Bu bileşkeden kendi hayatımızın oyununu çıkarıyoruz.
Hiçbir şey boşuna ve amaçsız değil. Yaradılışın değişmeyen ilahi ve fiziki kanunları, prensipleri ve dengeleri, birbirini kontrol eden, yöneten ve tamamlayan bir düzen içinde sürüp gidiyor. Gecelerden gündüzler doğuyor. Günler, aylar, iklimler ve mevsimler döngüsünü şaşırmadan değişiyor. Ağaçlar tomurcuklarını verirken, dallar güllerle donanırken, kuşlar göç yollarına dizilirken, toprak uyanıp filiz verirken hep aynı senfoninin ahenkli ritmini işitiriz.
* * *
Her álem birbirine zarar vermeden kendi yörüngesinde dönüyor. Her birimiz, hayat dediğimiz bu imtihan sahnesinde o ilahi bütünlük içinde, kendi amacımıza hizmet ediyoruz. Bir bakıma, kendi kendimizi şekillendiriyoruz. Kendi idrakimizin yönünü belirliyoruz. Yaratıcı irade idrakimizi aklımızın rehberliğine vermiş; hareket tarzımızı tamamen bize bırakmış. Hayatı bu rehberliğin öncüsünde ya anlamlı kılacağız, ya da bu oyunun sur düdüğü ile sonlanacak büyük gününde kendi perişanlığımızla baş başa kalacağız. Hesabımızı, bu kozmik düzenin tek hákimi, tek yargılayıcısı olan Allah’a vereceğiz. Sonu ya ceza, ya mükafat; ya cennet, ya cehennem!
Şüphesiz, Allah hiçbir kulunu cehenneme göndermek için yaratmamıştır. Önceden tayin edilmiş böyle bir yazgı hiç kimse için yazılmamıştır. Adil-i mutlak olan yüce Rabbimiz, böyle bir adaletsizliğin öznesi olmaz. Günahlarımızı da, sevaplarımızı da özgün ve özgür irademizle kendimiz belirleriz. İyiliklerimize de, kötülüklerimize de kendimiz koşarız. Başarılarımızı da, başarısızlıklarımızı da kendimiz belirleriz. Hayatı anlamlandırmak, ona güzellikler katmak bizim elimizdedir.
Mutluluğun kaynağı sevgidir. Sevgi, ilahi ahengin önümüzü aydınlatan meşalesidir. Bütün güzellikler sevgiyle kaimdir. Önce yaratanı sevmek. O’na şükürle bağlanmak, tekliğine ve eşsizliğine iman etmek. Yunus’un deyimiyle de ‘Yaratılanı yaratanın hatırına sevmek’. İnsan sevgisi, hayvan sevgisi, tabiat sevgisi... Sevgisiz atılan her adım bizi bencilliğe ve bedbinliğe sürükler. Bundan da kaos ve kargaşa doğar. Oysa Cenab-ı Hak, insanı ‘yaratılanların en şereflisi’ diye vasıflandırarak kemalatın zirvesine koymuştur. İnsan hayır ve güzellikler için yaratılmış ve görevlendirilmiştir. Dinler, peygamberler, veliler, mürşidler de hayatı anlamlı kılmak için gönderilmiş ve görevlendirilmişlerdir.
Bir insan, hayatını nasıl anlamlı hale getirebilir? Tabii ki pozitif enerji üreterek. Kendisini ve çevresini olumlu düşüncelerle motive ederek. İyi işler yaparak, ardında önemli eserler bırakarak. Ömrümüz kum saatine benziyor. Kum saatinin akışına benzer bir akışla sona doğru yaklaşıyoruz. Ya da bir otobüsün içindeyiz; her durakta inenler var, binenler var. Son durağa varmadan kum saatini karşımıza alıp bütün çabamızı hayatımıza anlam katacak faydalı işlere yöneltmemiz gerekmez mi?
Mesela; yoksul ve kimsesiz bir çocuğu aile ortamımıza alarak onu okutmak, adam etmek, topluma ve insanlığa faydalı bir kimse olarak hayatın içine sokmak. Bir hayır kurumu kurarak yoksullara, yaşlılara, çaresizlere yardım elini uzatmak. Cehaletle savaşmak. Okul açmak, toplumun milli ve manevi dokusunu güçlendirecek irşad faaliyetlerinde bulunmak. Bütün bunları yapabilecek gücü elde etmek için çok çalışmak, belli bir ekonomik seviyeye ulaşmak. İş sahaları açarak üretime katkı sağlamak. İçinde yaşadığı ülkenin ve toplumun refah ve mutluluğuna katkıda bulunmak.
* * *
‘Salih (iyi) insan için salih (iyi, helal) mal ne güzeldir’ buyuruyor Peygamberimiz. Bütün bunları yapabilmek için gerekli olan ekonomik güce helal yollardan ulaşmalıyız. Zenginleşmeliyiz; zenginliğin hayra kullanılması halinde ne büyük bir güç ve ne büyük bir nimet olduğunu bilerek, o istikamette, gayret sarf ederek yaşamalıyız.
Günümüz insanının mutluluğu tek başına zenginlikte araması da doğru bir yaklaşım değildir. İnsan, zengin olmadan da mutlu olabilir. Paradan da kıymetli olan şeyler vardır. Üzerine hazan yaprakları düşen bir mezarın kalbinde yatanları görünce paradan çok kıymetli, çok ulvi, çok yüksek değerlerin olduğunu anlarız. Yaşadığımız hayat, işte bütün bu maddi ve manevi değerlerin toplamından ibarettir.
Asıl gaye, ebedi mutluluğa erişmektir. Bunun yolu ise Kuran’da ve Peygamberimizin hayatında gösterilmiştir.
SORALIM ÖĞRENELİM
Cennet ve cehennemi mekán değil, makam olarak değerlendirmek doğru olmaz mı?
Veysel UZUNSAKAL
Peygamberimiz, cennetin genişliğinin yerler ve gökler kadar olduğunu söylediğinde sahabilerden biri ‘Peki cehennem nerede?’ diye sorar. Peygamberimiz, ‘Gündüz geldiğinde gece nerede?’ diye cevap verir. Bu rivayete dayanarak bazı İslam bilginleri cennet ve cehennemin mekán değil, hal ve makam olduklarını çıkarmışlardır. Cennet ve cehennem için ister mekán, isterse makam diyelim; ahiret hayatını dünya hayatıyla kıyaslamak asla doğru değildir. Kuran, ahiret hayatıyla ilgili insanların görmediği, bilmediği, tatmadığı, hayal bile edemediği şeyleri ona anlatmanın tek yolu olarak bildikleri nesnelerin isimlerini kullanarak anlatmıştır. Arada bir benzerlik vardır, ancak asla biri diğerinin aynı değildir.
Cuma günleri cuma namazı kılınırken mevcut mescit yetmediği için yolun karşısına taşmak zorunda kalıyoruz. Aradan arabalar geçiyor. Namazımız oluyor mu?
Fatih VAROL/ANKARA
Hanefi fıkhında imam ile cemaat arasında kayık geçebilecek büyüklükte bir nehir veya araba geçilecek genişlikte yol olursa namaz caiz olmaz. Hasan-i Basri ve diğer bazı fakihlere göre ise imamın sesi duyulabiliyor ve intikal tekbirleri izlenebiliyorsa namaz caiz görülmüştür. Bu iki görüş karşısında kanaatim odur ki; cuma namazı kazası olmayan bir namazdır, mescidin cemaati almaması durumunda bir zorunluluk ortaya çıktığı için ifade ettiğiniz şekilde kılınan namaz sahihtir.