SAHİPSİZ, kimsesiz, sokakları mesken tutmuş biçare çocuklar; bizim çocuklarımız. Kimi yetim, kimi öksüz, kimi şiddet mağduru.Kimi izbe bir yerde bali çekiyor, kimi çöpten topladığı ekmeğine izmaritleri katık yapıyor. Sağlıksız, mutsuz ve çaresiz yavrular. Hayata boynu bükük bakıyorlar. Kendi gözyaşlarının suladığı bataklıkta büyüyorlar. Şefkatli bir elin kendilerini bu bataktan çekip çıkarmasını umacak hayalleri bile yok. Büyümeden, hayatı tanımadan, yaşlanan, tükenen kuzucuklar; her görüşte içimizi dağlayan yavrucuklar. Bu bizim toplumsal kayıtsızlığımızın ürettiği bir yaradır. Hiçbir toplum, içinde böyle bir yarayı büyüterek şifa bulamaz.* * *İnsan, hemcinsini sevip korumadan, başka sevgilerin tadına varamaz. Eğer insanları sevecek kadar insan olamamışsak, doğa sevgisinin, sanat sevgisinin, hayvan sevgisinin ne anlamı kalır? Bunların hepsini birden sevecek bir yüreği, Cenab-ı Hak sadece insanın göğüs kafesine koymuştur. Sokakta başıboş dolaşan, eza gören hayvanlar nasıl içimizi sızlatıyorsa, çocuklarımızın sahipsizliği de bizi aynı sızıyla uyarmalıdır. Bizi toplumsal sorumluluğa götürecek tek yol, yüreğimizin sıcaklığından geçiyor. Bu sıcaklığı hissetmek ve korumak için çevremizde olup bitenlere seyirci kalmak yerine, çözümcü bir bakışa yönelmeliyiz.İslam’da çocuk sevgisi bütün sevgilerin başında yer alır. Peygamber Efendimiz çocukları çok sevmiş ve herkesin sevmesini istemiştir. Rastladığı yerde selam verir, onların gönüllerini hoş eder, devesine alır sevindirirdi. Efendimiz Hz. Aişe’ye şöyle demişti: ‘Allah, kimlere çocukları sevdirir, onlar da hakkıyla severlerse ateşten kurtulurlar.’Bir savaşta, iki ordu arasında kalan birkaç çocuk ölmüştü. Resulullah bunu haber alınca çok üzülmüştü. Ashab, O’nun bu derece üzüldüğünü görünce, ‘Ey Allah’ın Resulü! Niçin bu kadar üzülüyorsunuz, onlar nihayet káfir çocukları değil mi?’ dediklerinde şu cevabı alırlar: ‘Bu çocuklar, Allah’a şirk koşan káfirlerin çocukları da olsalar, dikkat ediniz; çocukları öldürmeyiniz, asla çocukları öldürmeyiniz! Her insan, Allah’ın insan nev’ine verdiği fıtri hususiyetlerle doğmaktadır!’Dünyanın pek çok ülkesinde savunmasız ve korumasız çocuklar için çeşitli fonlar ayrılmıştır. Bazı ülkelerde manevi evlat edinme yoluyla kimsesiz çocukların bakımları üstlenilmektedir. Birçok yerde de, bizdeki Çocuk Esirgeme Kurumu benzeri çocukları korumaya yönelik modern ve çağdaş kurumlar oluşturulmuştur. Bizde devletin imkánları ne yazık ki, bu durumdaki çocuklarımızın tamamını kucaklamaya yetmemektedir. Bu konu insanlarımızın hamiyetine muhtaçtır.* * *Ülkemizde literatüre ‘Sokak Çocukları’ diye geçen ve daha çok İstanbul’un varoşlarında yaşayan binlerce çocuğumuz, yardımseverlerimizin uzatacağı hamiyetli ellerle bu bataklıktan kurtulmayı beklemektedir.UNICEF’in yaptığı tanımlamayla, ‘sokaktaki çocuklar ailesinden giderek daha az destek alan, ailenin geçim sorumluluğunu çalışarak paylaşmak zorunda kalan çocuklardır. Sokaklar bu çocukların günlük faaliyetlerdeki mekánları olsa da çoğu akşam evlerine dönmektedirler. Oysa sokağın çocukları, günlük geçimlerini ailelerinden hiçbir destek almadan yalnız başlarına veren bir gruptur. Genelde terk edilmiş olarak adlandırılırlarsa da güvensizlik duygusu, istenmeme ve şiddete maruz kalma gibi nedenlerle onlar da ailelerini terk etmiş olabilirler. Ve evle olan bağları kopmuştur. Bu çocuklar genellikle toplum tarafından dışlanma eğilimindedirler. Geceyi sokakta herhangi bir yerde geçirirler, geç saatlere kadar uyumazlar, evsizdirler, başıboş gezerler, hırsızlık yaparlar, suç işlerler ve madde bağımlısı olabilirler.’* * * UNICEF’in 1980’li yılların başında yaptığı bu tespit, günümüzde daha da artan ve genişleyen bir sorun olarak gündemimizi meşgul etmektedir. Yapılacak iş bellidir ve dünyada bunun örnek uygulamaları vardır. Bir yandan devlet kuruluşları, diğer yandan özel kurumlar hızla devreye sokularak bu soruna kalıcı bir çözüm bulunmalıdır. Vergilerden ve bağışlardan elde edilecek ciddi fonlarla modern rehabilitasyon merkezleri ve yurtlar oluşturulmalı; bir yandan da ‘manevi evlatlık’ uygulamasına geçilerek isteyen ailelerin uzakta da olsa bir çocuğun bakımını üstlenmelerine, onunla ilgi kurmalarına imkán sağlanmalıdır. Bu böyle olacağı gibi, rehabilite edilmiş çocukların aile yanında bakımlarını da içerecek, bu ailelere fon desteğiyle katkı sağlayacak düzenlemeler de getirebilir.Gelin, devlet-vatandaş işbirliğiyle bu bataklığı kurutalım; içimizdeki bu yürek yangınını üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirerek söndürelim. Bu çığlığa hep birlikte kulak verelim. Bu çocuklar bizim çocuklarımız.SORALIM ÖĞRENELİMOğlum, işim hallolursa bir ay süreyle oruç tutacağını söyledi. İşi oldu, aradan iki yıl geçtiği halde bu sözünü yerine getirmedi. Sorumluluğu nedir?Emine ESEN/ANKARAAdak, kişinin dinen yükümlü olmadığı halde farz veya vacip türünden bir ibadeti yapacağını vaat etmesi vermesi demektir. Kuran’da, ‘Adakları yerine getirsinler’ buyurulmuştur. Oğlunuz şarta bağlı bir adakta bulunmuş ve o şart da gerçekleşmiş. Dolayısıyla, Allah’a verdiği sözü yerine getirmeli, bir ay süreyle vaat ettiği orucu tutmalıdır. Bu, onun üzerine borçtur.TV’de izlediğim bir ilahiyatçı, minareleri kastederek ‘O kazıklar sökülmelidir, çünkü minareler bidattir’ dedi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?Tahsin GÜNAY/İZMİRSünnette temeli olan herhangi bir şeye bidat denilemez. Hz. Peygamber, müezzini Bilal-i Habeşi’yi sesini uzaklara ulaştırması için Mescid-i Nebevi yakınlarındaki bir evin üstüne çıkararak ezan okutturdu. Daha sonra mescidin yanına bir kule yapıldı ve orada ezan okundu. Hz. Ömer döneminde Medine’de birçok minarenin yapılmış olduğunu kaynaklarda görmekteyiz. Bugün hoparlörle müezzinlerin seslerinin uzaklara ulaştırılması, minarelerin yıkılmasını veya hiç minare yapılmamasını gerektirmez. Çünkü zamanla minareler İslam’ın nişanı olmuştur. Bir ülkenin İslam ülkesi olduğunu, minareler gösterir. Onlar aynı zamanda ülkemizin tapu senetleridir.