BİR okuyucum ‘Bu din acuze (yaşlı kadın) dini mi ki bir hadiste ‘Size acuze dinini tavsiye ederim’ deniliyor. Bundan amaç nedir?’ diye soruyor.
Sayın okuyucuma önce şunu ifade etmeliyim ki bu söz hadis değil, İmam Gazali’nin hocası Güveyni’ye aittir. Ölümü sırasında, ‘İmani mevzularda çok uğraştım, yüzlerce delil topladım; ancak size ihtiyar kadınların dinine sarılmayı tavsiye ediyorum. Ve siz şahit olun ki ben annemin dini üzerine ölüyorum’ demiş ve ruhunu teslim etmiştir.
Taklitçiliğe sarılan birtakım insanlar, bu sözün hadis olduğunu yayarak İslam kitlelerini, yaşlı kadınlar gibi her duyduklarına inanan bunak birer mukallit haline sokmak istemişler. İslam’ın akla verdiği önemi, dini tefekkürü gereksiz göstermeye çalışmışlardır. Halbuki bu söz, dinle ilgili disiplinleri reddetmek anlamına gelmez.
Burada kastolunan, halkın samimi inancıdır. Çünkü bilginler, Allah’ın varlığını felsefi, ilmi, teolojik, mistik ve moral temellere dayandırarak ifade etmeye çalışırken; halk, içten gelen bir samimiyet ve duyguyla yüce yaratıcıya inanmış, bu hususta fazla bir kanıta gerek duymamıştır. Bir bedeviye Allah’ın varlığı sorulunca bütün saflığıyla şu karşılığı verir: ‘Deve dışkısı devenin varlığını, kumlar üzerindeki ayak izleri de birisinin burdan geçtiğini gösterir. Bu muhteşem gökler ve geniş yerler de bir yaratıcının varlığını bize anlatıyor.’
* * *
Abdülhak Hamit,‘Tanrı’nın varlığını yerküresiyle açıklamaya gerek yok. Bir zerre bile O’nun varlığına tanıklık etmektedir’ demiştir. Fuzuli de ‘Emri hak irsaline her zerredir bir Cebrail’, yani her zerre Allah’ın gönderdiği bir Cebrail’dir, bir elçidir mısraıyla bu gerçeği dile getirmiştir.
Basra’ya gelen bir alimi halk karşılamaya gidince ihtiyar bir kadın sorar: ‘Evlatlarım, bu gelen alim kişinin ne özelliği var ki hep onu karşılamaya gidiyorsunuz?’ Derler ki: ‘Bu gelen adam, Allah’ın varlığını binbir kanıtla ispat ediyor.’ İhtiyar kadın, ‘Demek ki şüphesi varmış ki binbir tane delil toplamış. Benim için bir zerre bile O’nun varlığına kanıt olarak yeter’ diyerek abide gibi bir tespitte bulunmuştur.
Ünlü Rus düşünürü Leo Tolstoy, 50 yaşına kadar nihilist ve inançsız olarak yaşamış, kendini manevi bakımdan boşlukta hissedince dine yönelmiş, ikonların önünde diz çökmüş, manastırları ziyaret etmiş, İncil’i sayfa sayfa okuyup yutmuş, üç yıl süreyle tam bir inanca ulaşmak için kendini zorlamıştı. Ancak kilisenin havası, kendi ifadesiyle onun donmuş ruhuna boş bir buhar kokusu ile buz gibi bir ürpertiden başka bir şey vermemişti.
Acılar içinde kıvranan ve derdine bilimsel yoldan çare bulamayan bir hasta, iyileşebilmek için nasıl yaşlı kadınların hazırladığı kocakarı ilaçlarına ve köylerdeki kaplıcalara başvurursa, aynı şekilde Rusya’nın bu en büyük fikir adamı Tolstoy da hayatının 50’nci yılında gerçek inancı onlardan öğrenebilmek için köylülerin, halkın yanına gidiyor. Bilgeliği öğrenebilmek için...
‘Kitapların bozamadığı bu okuma-yazma bilmeyen insanlar; fakirler ve bahtsızlar, şikáyet etmeden acı çekenler; ölüm kapılarını çalınca sessizce yatanlar; düşünmedikleri için şüphe de etmeyenler, bütün bu insanların herhalde bildikleri bir sır olmalı’ diye düşünüyor Tolstoy.‘Saflıkları içinde keskin bir düşüncenin ve bilgeliğin bilmediği bir şeyi bilmiş olmaları gerek. Bizim yaşam biçimimiz yanlış, onlarınki doğru. Tanrı onların sabırlı hayatı içerisinde açık ve seçik bir şekilde gösteriyor kendini. Yalnızca onlar sayesinde, Tanrı’nın halkı sayesinde doğru olan hayatı öğrenebiliriz.’
* * *
Allah’a güçlü bir imanla bağlanan bu sade insanlar, imanlarını ölümle sınava sokabilecek kadar cesurdurlar. Mehmet Arif Bey, 93 Harbi sırasında ateşli hitabeleriyle şehitlik ve gaziliğin yüksek mertebelerini anlatan vaizi cepheye götürür, vaiz korkusundan titrer ve ağlamaya başlar. Mehmet Arif Bey,‘Hocaefendi, işte en yüksek şehitlik rütbesini kazanıp cennete gitmek istemiyor musun?’ diye sorar ve acıyla böyle bir anekdotu nakleder. Şehitliğin ve gaziliğin faziletlerini konuşan, yazan insanlara şehit olmaları temennisinde bulunulunca kendilerini nasıl geriye attıklarını; ama halkın nasıl yüksek bir imanla ölüme koştuğunu bundan daha açık gösteren ne olabilir?
Dini bilmek, dini ilimlerde derinleşmek ayrı, dindar olmak ayrı bir şeydir. Onlar Hak dinini en yalın şekilde yaşayan insanlardır. Onları ifsad etmeyelim (yanıltmayalım), saf ve temiz inançlarını çıkarlarımıza alet etmekten sakınalım.
Bilmem, değerli okuyucumun sualine tatminkár bir cevap verebildim mi?
SORALIM ÖĞRENELİM
Hanımların pantolon giymesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Eren AVCI-İSTANBUL
Vücut hatlarını belli etmeyecek ve tahrike yol açmayacak şekilde pantolon giyilmesinde bir sakınca yoktur.
Ölen bir adamın yıkanıp tabuta konduktan sonra namahrem olduğu gerekçesiyle eşine gösterilmemesi gerektiği söyleniyor. Bu doğru mu?
Hamdi KOŞAR-ÇORLU
Yıllarca birlikte hayat sürmüş olan karı-kocadan herhangi birinin ölüsünün diğerine gösterilmemesi diye bir şey söz konusu olamaz. Hatta Hz. Fatıma’nın cenazesini eşi Hz. Ali yıkamıştır.
Bir arkadaşım içki içmemeye, çocuklarının ve karısının üzerine yemin etmiş. Bu yemin sayılır mı?
Sema TALU-İSTANBUL
Yeminin geçerli olması için Allah’ın ismi veya O’na özgü sıfatlardan biri anılarak yapılmış olması lazım. Dolayısıyla çocukların, eşlerin, anne ve babaların üzerine yapılan yeminler geçerli değildir. İçki içmek dinimizde büyük günahlardan sayıldığından terk edilmelidir.
Son zamanlarda inşa edilen camilerdeki ihtişama ne diyorsunuz?
Emre AVCI-İSTANBUL
Camilerin sade ve gösterişten uzak olması en ideal olanıdır. Nitekim, Peygamberimizin inşa ettiği mescit de sade bir mescitti. Camileri süsleyerek israfa yol açmamalıyız. Aslında camilerin süsü cemaattir.
Mezarlıkta hocalar annelerinin ismiyle telkin veriyorlar. Mesela, ‘Fatma oğlu Hasan’ gibi. Bunun sebebini sorunca, ‘Çocuğun kimden olduğunu en iyi annesi bilir’ deniliyor. Bizim annemiz şey mi?
Süleyman Sami TÜRKOĞUZ MENEMEN
Telkin, ölüm döşeğinde bulunan kişinin yanında bulunanların kelime-i şahadet getirmeleridir. Mezarda verilen telkin ise İslam müçtehitlerinin büyük çoğunluğuna göre yoktur. Ancak, bir örf olarak yapılmaktadır. Bu benzetmeden annelerimizi tenzih ederiz. Çünkü böyle bir şey yok.