Paylaş
Bisikletle dünya turu yapan ‘Japan kişi’ Elazığ’da kamp yaparken bıçaklanmış. Olay, dişini fırçalarken gerçekleşmiş. Haberi görüp de benimle paylaşan arkadaşım altına “Bu milletin sinir uçlarıyla oynamayı bıraksınlar artık. Elazığ’da diş fırçalayacak kadar küstahlaşan birine tabii ki haddini bildirirler” notunu da üzerine iliştirmiş.
Japon kişi daha sonra hastanede “Buralılar nasıl insanlar” sorusuna “10 numara” yanıtını vermiş, Elazığlılardan birçok ikram gördüğünü, gerek yiyecek ve içecek gerekse de konaklama konusunda kendisine çok yardım edildiğini söylemiş. Tabii adamın az önce bıçaklandığı yerin hastanesinde yatarken başka bir şey söyleyecek hali yok. ‘Olmaz olsun böyle Elazığ dersem bir daha bıçaklanabilirim’ diye düşünmüştür kesin...
Anadolu misafirperverliği çok övündüğümüz bir şey olmasına rağmen böyle haberler de sık sık önümüze düşer. Turistin durumunu ben bilmem. Gezdikleri yerlerin sakinleri hangisini çaya davet edip hangisini bıçaklayacağına nasıl karar veriyor, bir kriter var mı, varsa turistin bu kriterlerden haberi var mı gibi hususlar benim için muallak.
Ama ülkemizi çok gezmiş biri olarak kendi deneyimlerim var. Onlardan yola çıkarak bir temel saptama yapabilirim: Evet, ülkemizde bir misafirperverlikten bahsedebiliriz. Ama size ayran ikram edecek her teyzeye karşılık orada bulunmanıza gıcık kapacak bir dayı da mutlaka vardır.
Mesela bir Niğde seyahatimizde ekipteki erkek arkadaşlardan biri atlet giydiği ve biraz da kaslı olduğu için domatese iki kat fiyat ödemiştik. “Domates ne kadar” diye sorduk, “8 lira” dedi. “Üstünde 4 yazıyor ama” dedik, “Doğrudur ama size 8 lira” dedi. Dağa çıkmak için gitmiştik, en yakın marketle de aramızda mesafe vardı, verdik 8 lirasını, aldık.
Aynı arkadaş sonra Akdeniz Bölgesi’nde başka bir tırmanış projesi için kamp kurmuşken gece çadırının önünde, elinde kürek olan köylüleri buluyor. Allah’tan Japon olmadığı için hırsızlık veya bölgenin ahlakına aykırı herhangi bir durum için orada bulunmadığını anlatmayı başarıyor da küreği kafasına yemeden kurtuluyor. Sonrasında ne zaman Yaşar Kemal’in ismi geçse “Hiç anlatmasın bana o Anavarza insanının misafirperverliğini, bıraksın o işleri, gözümle gördüm ben, kafama küreği indiriyorlardı durduk yere” der dururdu.
Sonra bir iş arkadaşımızı görev aşkıyla Karadeniz’e gönderip mide krampıyla geri almamız var. Büfede meyve suyu sıktırırken “Abi greyfurt koyma, mideme dokunuyor” demiş. “Greyfurt dokunur muymuş! Sen nereden geliyorsun” diye sormuş. Bizimki “İstanbul” deyince “İstanbul’dan geldin, bana şekil mi yapıyorsun, al iç şunu, bi şey olmaz” diye greyfurtlu meyve suyunu dayamış burnuna. “Mesele yaratacak gibiydi, içtim mecburen, üç gündür midem yanıyor” diye döndü.
Demem o ki yerlisi olarak bizim bile başımıza ne ilginçlikler gelebiliyor. Diş fırçalayan Japonun, çadır kuran Fransızın kendini tuhaf pozisyonlarda bulma ihtimali haliyle daha yüksektir. Bu da o kardeşimize ders olsun. Bir daha huyunu suyunu, âdetini bilmediği yerlerde dişini fırçalamaya falan kalkmasın!
Paylaş