Paylaş
Sahilde hayvan, türdaşlarıyla koşsun da az yorulsun, biz de akşam kafa dinleyelim peşindeyiz. Benim iki kelimemden biri “Çok soğuk!” Eşbaşkana da bir yerden sonra sıkıntı geliyor. Ya başka bir şey söylemem ya da bir süre bir şey söylememem konusunda beni nazikçe uyarıyor. Susmak için yaşadığım en soğuk günleri düşünüyorum.
Ankara, 7 - 8 yaşındayım: Gerçek bir İç Anadolu kışını erken yaşımda Ankara’da kucaklamışım. Ve temel bir derdim var: Külotlu çorap giymek istemiyorum. Annem havanın dondurucu soğuğundan mütevellit haklı olarak bana yün külotlu çorap giydirmekte kararlı. “Erkekler külotlu çorap giymez” diye tutturunca diyor ki “Ya kim görecek?” Ben de diyorum “Giydiğimi ben bileceğim ya, giymem”.
Tabii o zamanlar toplumsal cinsiyet meseleleri şimdiki durumunda değil. Şimdi olsa takılmazdım. Benzer bir kavgayı yıllar sonra mahalle maçlarında kalecilik yaptığım için bacaklarım delik deşik eve gelirken de verdim. Annem “Madem yerlerde yuvarlanacaksın tayt giy” dedi. Ben taytı erkekliğe yakıştıramadım. Annem dönemin Beşiktaş kalecisinin spor sayfasındaki fotoğrafını gösterip “Bak adam profesyonel, o bile giyiyor” dedi.
İstanbul, 13-14 yaşındayım: Yaşımız bir noktaya gelmiş ama hiç okulu kırmamışız. Bir gün önceden üç arkadaş sözleşiyoruz. Okula gider gibi çıkıp dışarıda buluşuyoruz buluşmasına ama şehrin en soğuk günlerinden birine toslamışız. Doğru dürüst paramız da yok. Bütçemiz sinemaya yetecek kadar. İlk seans 11.00’de. Saat 7.30’dan 11.00’e kadar sinemanın karşısındaki ATM’nin içinde bekliyoruz. Gerçekten efendi gibi okula gidip kaloriferli sınıfta düzgün düzgün oturmadığımıza bin pişman olduğumuz saçma sapan bir gün! Gittiğimiz film de bir şeye benzemiyor. Çıkınca da eve dönülebilir saat gelene kadar bu kez sinemanın olduğu pasajın iç merdivenlerinde oturarak vakit geçiriyoruz.
En yüksek ilçede, her gece 02.00 nöbeti...
Eskişehir, 19-20 yaşındayım: Meydandaki saat -24 dereceyi gösteriyor. Sanki İç Anadolu kışlarından nasibimi yeterince almamışım gibi... Sadece gözümü açıkta bırakan bir kar maskesi edinmişim. Ağzımdan çıkan hava, maskenin kapalı ağız kısmında donuyor. Elinle vurdukça tok tok diye ses geliyor. Bir de dümdüz şehirdeki iki yokuştan birinde oturup diğerinde okuyorum... Okuldan eve varana kadar 27 kere falan düşüyorum. Neyse ki gençken kemikler kolay kırılmıyor!
Van, 25-26 yaşındayım: Kurayla bir şey çekilecekse en enteresanını çekmeyi âdet edindiğimden askerlik için Başkale Hudut Taburu’nu çekmişim kurada. Bilen bilir, kendisi Türkiye’nin en yüksek ilçesi. Sonbahar başladı mı kar da inceden başlıyor... Ben bir de şubatta oradayım. Yetmezmiş gibi nöbet yazan vatandaşla kantinde diyet soğuk çay sırası yüzünden tartışmışım. Kulağa saçma gelebilir ama tabura 15 günde bir kamyon geldiği için kantinde bir şey bulunmuyor. Tek meşrubat diyet soğuk çay. Kamuflajlı 400 adam, hiçbirimiz diyette değiliz ama artık meşrubat olsun, tadı sudan farklı olsun da ne olursa olsun noktasındayız! O yüzden kavgasını verdiğim içecek anlamlı. Anlamsız olan, yazıcının kindar bir insan olup konuyu bir ay sürecek bir meseleye dönüştürmesi ve bana sürekli gece 2.00 nöbeti yazması. Nöbet kulübesinde mütemadiyen titrerken bir yandan “Hay soğuk çay gibi senin” diye aralıksız söyleniyorum.
35’imi geçtikten sonra zaten fabrika ayarlarım kolay üşüyen bir insana dönüyor. Hava soğudukça üşüyorum, üşüdükçe söyleniyorum, söylendikçe laf yiyorum...
Paylaş