Paylaş
Sabah uyanıp teknenin kıç güvertesinde toplanan yolcular, sindirim sistemlerinin nasıl çalıştığını birbirlerine anlatıyordu.
Deniz yolculuğu dolayısıyla tuvalet alışkanlıklarının değişmiş olması, hepsine çok ilgi çekici gelmişti. Birbirlerine ne zaman def-i hacet ettiklerini anlatıyorlardı.. Bunu başaramayanlara ise pekliğe karşı çözüm önerileri aktarılıyordu.
Sonunda isyan ettim.
Dünyanın en eski ve en renkli uygarlıklarının kıyılarında dolaşırken, Heredot’tan, Karya’dan, Halikarnas’tan konuşmak varken, tuvaletteki durumların bütün yolculuğu işgal etmesinin yanlışlığını vurguladım.
Sonra aynı konuları konuşmaya yine devam ettiler galiba. Ama benim yanımda başka konuları konuşmaya çalışıyorlardı.
Hastalık konuşmaları
Böyle durumlara sık sık rastlanır.
Belirli yaşı geçmiş insanların hastalıklarını birbirlerine anlatmaları da böyle değil midir?
Bir hastanedeki doktorlar bile aralarında bu kadar çok hastalıkları konuşmazlar.
Ciddi bir rahatsızlık geçirmekte olan bir arkadaşım, cep telefonunu kapalı tuttuğunu söyledi. Çünkü “geçmiş olsun” demek için arayanlar, birinci cümleden sonra bu kişiye kendi hastalıklarını anlatmaya başlıyorlarmış.
-Böyle üç geçmiş olsun telefonundan sonra bende moral diye bir şey kalmıyor. Yataktan kalkmak istemiyorum, dedi rahatsızlık geçiren arkadaşım.
İnsanların aralarındaki konuşmalara konu sınırı koymak tabii ki hem doğru değil hem de mümkün değil.
Ama insanların kendilerini dinleyip, konuştukları konuları zaman zaman değiştirmeye çalışmaları da gerekmez mi?
Türban takıntısı
Aslında bu durum, toplum katında ve sosyo-politik ortam için de geçerli olmalıdır.
Eğer tüm siyaseti sadece “türban” konusuna endekslerseniz, bundan nereye ve hangi çözüme varabilirsiniz ki?
Yurtta ve dünyada çok önemli değişimler yaşanılırken, tek konulu gündeminiz hangi gerçek sorunun anlaşılmasına katkıda bulunabilir ki?
Veya bu iktidar döneminde kamu görevine atanan kişilerin düşünceleri ve geçmişleri hakkında doğru bilgilere sahip olmadan, sadece AK Parti’ye karşı olduğunuz içinbunları zalimce eleştirilere hedef kılmanızın doğru yanı olabilir mi?
Türkiye’de bireylerin de toplum kesimlerinin de sürekli yaşadığı “tek konululuk krizleri”nin nedeni, biraz dünyaya kapalı olmaktan, biraz da düşünce tembelliğinden kaynaklanıyor. Tabii bir de yazılı ve görsel medyanın kolaycılığı bunun nedeni olabilir.
Yurt ve dünya sorunlarını derinine inceleyen yazı dizileri, bilmediğimiz toplumlar üzerine yapılmış röportajlar, gezi yazıları basında artık yok.
Her şey “dedikodu” kapsamına girdiği ölçüde değer taşıyor. Buna ekonomi de, tarih de, edebiyat da, siyaset de giriyor.
Dizi kültürü
Ana televizyon kanallarının izleyiciler olan geniş kitleler de, yurdu ve dünyayı dizilerden anlamaya çalışmakta. Ne bir belgesel, ne bir kültür programı var.
Televizyonlardaki tartışma programlarında ise aklar ve karalar bulunmaya çalışılıyor. Grilere yer yok, kimse empati denemelerine girişmiyor.
Ben kendi uğraş alanım olan köşe yazarlığından biliyorum.
Türkiye siyaseti üzerinde takılı kalıp, her gün “bu iktidar iyi” veya “bu iktidar kötü” diye yazmak, cümle cambazlıkları yaparak birilerine gol atmak, dünyanın en kolay işidir. Okumaya, araştırmaya, yeni bilgiler edinmeye hiç gerek duymazsınız bu çizgide mesleğinizi sürdürdüğünüz zaman.
Dön baba dönelim
Bir dönemde çalıştığım gazetenin yazı işleri mensupları bütün gün değişik konuları konuşur, insan yaşamına yön veren gerçek gelişmeleri tartışırlardı. Ama hazırladıkları gazetenin ana manşetlerinde anayasadan, baba-yasadan, rejim tartışmalarından başka hiçbir konu yer almazdı.
Kendi gerçeklerini hazırladıkları gazeteye yansıtmazlardı.
Bu durumda “böyle gelmiş böyle gider” mi diyelim ve türban dışında başka konuya takılmamaya devam mı edelim?
Ümidimizi kaybetmedik ya...
Türkiye’de bu yıl 1129’u erkek 2340’ı kadın
olmak üzere 3469 kişi kaybolmuş.
Bu sayıya çeşitli durumlar karşısında “kendini kaybedenler” de eklenseydi, herhalde milyonlu rakamlara ulaşılırdı.
Yine de ulusça ümidimizi kaybetmemiz, işin olumlu yanıdır.
Paylaş