Paylaş
İstersek yurttaki ve dünyadaki gelişmeleri, değişimi görmezden gelip, köşemizde 1930’ların ya da 1960’ların verilerine dayalı rejim kavgası yapabiliriz. O gün gördüğümüz bir film ya da yemek yediğimiz lokanta, bizim ertesi günkü yazımızın ana gündemini oluşturabilir.
Bu açıdan baktığımızda Orhan Veli’nin şiiri, sanki bizler için yazılmıştır.
“Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya”
Ama “kendi gündemini kendin belirle” çizgisindeki bir yaşam tarzı, siyasetçiler ve yöneticiler için söz konusu olamaz.
Gündem üzerinize gelir
Gündem, sorumluluk taşıyanların üzerine gelir.
Şu anda dünyanın da Türkiye’nin de gündeminde öncelikli madde ekonomideki global dalgalanma ve Amerikan menşeli durgunluk ihtimalidir.
Bu vesile ile dünyadaki değişimi algılamak da mümkündür.
Siz ne kadar kendinizi geçmiş bir tarih diliminde hala yaşıyormuşsunuz gibi görün ve o dönemin koşulları ile ideolojik ya da rejimsel tezlerinizi seslendirmeye devam edin…
Oysa “globalleşme” denilen olgu, ekonomik dalgalanmayı da, sınır ve coğrafya farkı tanımaz hale dönüştürdü.
Eskiden ekonomik krizleri pax-Americana alemindeki kapitalist ülkeler yaşardı.
Sovyet bloku ve Çin bunların dışında sabit kurlar ve sabit fiyatlarla yaşamlarını sürdürürlerdi.
Şimdi New York Borsası hapşırınca, Moskova da, Şanghay da öksürmeye başlıyor.
İktidar sorunu değil
Eğer geçmişe takılı kalıp zamanı kendi kafanızda dondurduysanız, global ekonomideki dalgalanmayı Türkiye’de iktidardaki partinin ekonomik politikalarına bağlayıp “zaten bunun böyle olacağı belliydi” benzeri tekerlemelerle yorumlarsınız.
Ve hatta “bu kriz bu iktidarı çökertebilir” diye sevinebilirsiniz de.
Aslında bu durumun sizin geri kalmış bir saate benzemenizden öteye kimseye bir zararı yoktur.
Ama eğer ülkeyi yönetenler ve dünya ekonomisinin karar merkezleri de sizin gibi davranırsa, o zaman durum ciddileşir.
Türkiye’de geçmiş yönetimler çoğunlukla böyle davrandıkları için global ekonomik dalgalanmalar, bize büyük krizler şeklinde yansıdı. 1930-80 arası, TC Merkez Bankası’nın dünyadaki bütün dövizlerin fiyatlarını belirleyebileceğine ve kredi-mevduat faizleri ile enflasyon arasında bağlantı olmadığına inanarak yılları geçirdiğimiz için, sayısız ekonomik kriz yaşadık. Fiyatları da Ankara’nın tayin edeceğine inandığımız için karaborsa hayatımızın ayrılmaz parçası oldu.
Türkiye çok değişti
Şimdi durum farklı. “Turgut Özal reformları” bu yapıyı değiştirdi.
1990’ların sonunda birileri yine “sabit kur”a dönmeyi denedi ve 2001 Şubat ekonomik krizi ile geçmiş bir kez daha yaşandı.
Artık bu yeni yapı içinde siyasi iktidarlara da ekonomi bürokrasisine de eskisinden daha atik, daha hızlı olma sorumluluğu düşüyor.
Eğer siz piyasalar ile para ve vergi politikaları arasındaki ilişkileri hızlı biçimde değerlendiremezseniz, ekonomiye yön veren aktörlerle her seviyede her an temas edip, danışmazsanız, eskilerden farklı ama daha büyük çaplı krizlerle her an karşı karşıya kalabilirsiniz.
Örneğin Başkan Bush geçen gün açtığı ekonomik paketi bundan iki ay önce açabilseydi, bugünkü dalgalanmanın şiddeti herhalde daha düşük olurdu.
Gündemden kaçabilirsiniz
Büyük iflaslara, yaygın işsizliğe, sosyal çöküntüye neden olabilecek ekonomik gelişmelerle ilgilenmek yerine, türbana dolanır ve karşıtlarınız gibi rejim tartışmalarının kısır döngüsüne kendinizi hapsederseniz, doğacak ve doğurtulacak siyasi istikrarsızlık, ekonomik güven duygusunu da zedeleyebilir.
Düşünün ki Türkiye şu anda 50 milyar dolara yakın dış ödeme yaparak enerji alımlarını karşılıyor. Düşünün ki özel sektörün döviz cinsinden kredi riskleri 160 milyar dolar civarında.
Yani sırtında yumurta küfesi taşıyanların, kendi gündemlerini kendilerinin belirleyebilmeleri gibi bir lüksleri yoktur, olamaz da.
Böyle bir siyaset tarzına özlem duyanlar ise hemen CHP’ye katılmalı ve her sabah gazetelerde yayınlanan iktidar sözcülerinin demeçlerine cevap yetiştirerek günlerini geçirmelidirler.
Paylaş