Ne yazık ki eşyalar insanlardan daha kalıcı ve daha değerli

Önceki gün Kapalıçarşı’da dolaştım. Üzerlerindeki örtüler kaldırılınca, yüzlerce yıllık göz nurunu taşıyan antikaların, mücevherlerin ortaya çıktığı bedesten camekanlarına takıldım.

Haberin Devamı

“Faberge” imzasını taşıyan altın üzerine pırlantaların kakıldığı bir kitap açacağına bakarken “Ruslar”ın yaşadıkları serüvenleri düşündüm.

1991’de Sovyetler çöküp dağıldığında, bedesten vitrinleri 1917-90 arasında bu ülkede dağıtılan madalyalarla doluydu. Askerlikte ve sivil hayatta başarılı olan Sovyet vatandaşları, mutlaka bir madalya ile ödüllendirilirdi.

Sovyetlerin çöküşü ertesinde bu madalyaların hepsi, bedesten vitrinlerine düşmüştü. Rus turistler dedelerinin babalarının madalyalarını yok pahasına dolara çeviriyordu. Örneğin en itibarlı madalyalardan biri olan Lenin Nişanı (Altın üzerinde platin kakmalı), 250 dolar civarında bir fiyata satın alınabiliyordu.

Önceki gün aynı madalyanın şimdi 1800 dolara müşteri bulduğunu gördüm.

 

Haberin Devamı

Ruslar yeniden zenginleşirken

 

Yeniden zenginleşen Ruslar, bu madalyaları topluyorlarmış.

Faberge Usta’nın Çarlar için yaptığı yumurtalar da, Sovyet Devrimi ertesinde “Kızıl Milyarder” diye bilinen Amerikalı iş adamı Armand Hammer tarafından, New York’taki hiper marketlerde haraç mezat satılmıştı. Açlık ve krizle karşı karşıya kalan yeni Sovyet rejiminin lideri Lenin, Hammer’le anlaşıp, traktör ve gıda sağlaması karşılığında, Çarların mücevherlerinin satılması işini ona vermişti.

Bunlardan en değerli olan “Faberge Yumurtaları”nın Amerikalı basın kralı Forbes’in koleksiyonunda bulunduğunu ve bunların 2004 yılında bir müzayede ile Rusya’nın enerji krallarından Victor Vekselberg tarafından tahminen 120 milyon dolara satın alındığını, gazete haberlerinden öğrenmiştik.

Yani madalyalar gibi Faberge yumurtaları da, Rusya’ya dönmüştü sonunda.

Bu arada “Forbes” dergisinin Rusça edisyonunun Amerikalı genel yayın yönetmeni Paul Klebnikov’un da, 2004 yılında Moskova’da bir cinayete kurban gittiğini öğrenmiştik haberlerden.

 

İstanbullu kadın başında Rus modası

 

Haberin Devamı

Mücevherlerin, madalyaların kuşaklar boyunca yaptıkları deniz aşırı yolculuklar ve sahip değiştirmeleri, kolayca izleniyor. Ama bunlara sahip olan insanların serüvenlerini derinine bilmek çok zor.

Değerli eşyalar kalıcı ama insanlar ölümlü. Sonuçta kimse üç kuşak gerisindeki dedesini tanımıyor ve hatta hatırlamıyor.

Tarih Vakfı Yayınları’ndan çıkan “İstanbul 1920” kitabını okurken yine Ruslar çıkmıştı karşıma.

İşgal altındaki İstanbul’u aynı anda Sovyet Devrimi’nden kaçan ve sayıları 200 bine varan Rus göçmenler dolduruyor. Zafer Toprak bu süreci şöyle anlatmış kitabın ön sözünde:

- Rus göçmenler gemiyle İstanbul’a varıncaya kadar, pislikten ve sefaletten bitleniyor. Bu nedenle kadınlar saçlarını kökünden kesiyor, ne buldularsa başlarına geçiriyorlardı… Sonuçta İstanbul kadınları da “Rus başı” diye bir moda yaratıp saçlarını kısa kestirmeye başlıyorlar, omuzları yırtık elbiseler moda oluyor. Böylece “Mütareke” ile birlikte gündeme gelen“milli moda” ile “Rus modası” kaynaşıyor. Bir zamanlar Abdülhamit yönetimine karşı modanın simgesi olan çarşaf artık demode oluyor. Osmanlı kadının “tesettür”e karşı savaşında boy hedefi oluşturuyor. Osmanlı feminizmi çarşafa karşı tavrını bundan böyle açık bir dille ifade ediyor. Bu yıllarda İnci ve Yeni İnci, Cumhuriyet öncesi “milli moda”nın öncülüğünü yapıyorlar. Çarşaf ismen kalkmasa bile Batı kadın giysilerinden fark edilemeyecek oranda değişime uğruyor. Peçe kalkıyor, baş Rus kadınlarında olduğu gibi bir tülbentle sarılıyor. Cumhuriyet Türkiye’si İstanbul hanımlarını kılık kıyafet ve şapka devrimine hazır buluyor.

 

Haberin Devamı

Kapalıçarşı kapalı kutu

 

Önceki gün Kapalıçarşı’yı gezer ve bedesten vitrinlerindeki Faberge yapıtlarına ya da Sovyet madalyalarına takılırken, insanların serüvenlerini ve kültürlerin birbirleri ile karşılıklı etkilenimlerini de düşündüm…

Gerçi bunu benden çok önce Orhan Veli de hissedip, “Kapalıçarşı” şiirini yazmış:

“Giyilmemiş çamaşırlar nasıl kokar bilirsin,/ Sandık odalarında; / Senin de dükkânın öyle kokar işte./ Ablamı tanımazsın,/ Hürriyette gelin olacaktı, yaşasaydı;/ Bu teller onun telleri,/ Bu duvak onun duvağı işte./ Ya bu çamurdaki kadınlar?/ Bu mavi mavi,/Bu yeşil yeşil fistanlı.../ Geceleri de ayakta mı dururlar böyle?/ Ya bu bembeyaz gömlek?/ Onun da bir hikâyesi yok mu?/ Kapalı Çarşı diyip de geçme;/ Kapalı Çarşı,/Kapalı kutu.”

Yazarın Tüm Yazıları