Paylaş
Eğer bu mümkün olsaydı Nasreddin Hoca’nın “Dünyanın merkezi eşeğimin sol arka ayağının bastığı yerdir” demesi gibi, bizler de cumhuriyetin, demokrasinin, laikliğin yerli malı icatlar olduğuna inanarak, ömrümüzü geçirebilirdik.
Ya da “tek kitap”lılık kültürüne karşı “tek adam”lılık kültürünü çıkartarak, aydınlanmanın erdemlerini savunabileceğimize sonsuza kadar inanabilirdik.
Ama biz Türkiye olarak dünyalı, çok sesli ve çağdaş olmayı seçtik.
Bu nedenle Atatürk hala biz Türkler için “kurtarıcı” ve “kurucu” olarak aklımızdaki ve gönlümüzdeki yerini koruyor. Türkiye’yi yönetenler de, çeşitli meslekleri icra edenler de, bugünün sorunlarını anlayıp çözümler üretirken, dondurulmuş bir Kemalist doktrini yorumlayıp kelimeler arasında yön bulmaya değil, yurt ve dünya gerçekleri ışığında karar almaya yöneliyorlar.
Dünyanın yakın tarihte tanıdığı “tek adam”ların hatıraları bile, Atatürk’ün hatırasıgibi kalıcı olamadılar.
Enver Hoca örneği
Stalin’i, Hitler’i, Mussolini’yi, Mao’yu biliyoruz.
Mesela Soğuk Savaş döneminde, 1946’dan öldüğü 1985’e kadar Arnavutluk’u Enver Hoca yönetti. Öylesine bir kişiye tapınma modeliydi ki bu, Enver Hoca olmadan, Arnavutluk diye bir ülkenin var olamayacağına da inandırılmıştı halk.
O dönemde İstanbul’da Arnavutluk’u temsil eden bir basın ataşesi gazete gazete dolaşıp, uzun uzun Enver Hoca’yı anlatır ve bu yüzden de alaya alınırdı. Bir gün bana geldi ve Türk gazetecilerinin Enver Hoca’nın büyüklüğünü anlamamasından yakındı.
Ben de adamı teselli ettim. Gönlünü almak için “Ne kadar şanslısınız ki Enver Hoca gibi bir lideriniz var” falan dedim. Adamcağızın gözleri doldu, sesi titreyerek Enver Hoca’yı bana anlatmaya başladı:
- Mehmet Bey, geçen ay Enver Hoca rüyasında bir bölgede yer altında petrol olduğunu görmüş. Ertesi gün madenciler oraya gidip kazı yaptılar, gerçekten petrol çıktı. Bunları sizin meslektaşlarınıza anlatınca gülüyorlar.
Büyük lider Kim Jong-İl
Bu “lidere tapınma” modeli şimdi bir Kuzey Kore’de kaldı, bir ölçüde de Küba’da var galiba. Geçenlerde yabancı bir televizyondaki belgeselde, bir hastanede ameliyat olan Kuzey Koreliler, doktorların ve hastaların önünde “Büyük Lider Kim Jong-İl”in sayesinde bu ameliyat tekniklerinin kendileri iyi ettiğini göz yaşları içinde anlatıp, “lider”in resmi önünde secde ediyorlardı.
Dün bir kez daha ölüm yıldönümünde Atatürk’ü saygı, sevgi ve minnet duyguları içinde anarken, “O olmasaydı ne yapardık” veya “O şimdi olsaydı ne yapardı” çizgisinin ötesindeki değerlendirmelerle, Cumhuriyetimizin kurucusunu ve yaşadığı dönemi ele aldık.
Yeni Türkiye’nin farkı
Demokrasi, laiklik, hukukun üstünlüğü, çok seslilik, dünyaya açık olmak gibi olgular, artık toplumsal yaşamımızın vazgeçilmez öğeleri şimdi. Ülkemizin bütünlüğünü, iç ve dış barışı korumak, refahı yaygınlaştırabilmek, gelişmiş dünya ile her alanda rekabet edecek düzeye ulaşmak, ancak bugünü anlamakla ve yarına dönük yaşamakla mümkündür.
“Yeni Türkiye”nin eskisinden farkı da budur işte.
“Fatih Sultan Mehmet bugün yaşasaydı” veya “Kanuni Sultan Süleyman bugün sağ olsaydı” diye başlayan cümlelerle güncel yurt ve dünya sorunları karşısındaki çaresizliklerini itiraf eden Osmanlı aydınlarından farkımız da budur zaten.
Kentlileşen köylülerin sosyologu öldü…
Türkiye’de “sosyoloji” denilince akla gelen isimlerin en önde gelenlerinden Prof. Dr. Mübeccel Kıray’ı (d.1923) dün sonsuz yolculuğuna uğurladık.
Onun hem öğrencisi hem de hayranı olan eşim Canan Barlas’la Yeşilköy’deki evine yaptığımız ziyaretleri ve sohbetleri hatırlıyorum şimdi. Rahmetli eşi İbrahim Kıray’a odaklanmış dünyasını, “İbo”yla başlayan cümlelerle ifade etmesini düşünüyorum hep.
Eski kırsal kesim insanlarının yeni kentliler olarak verdikleri var olma mücadelelerini, Kıray’ı okumadan anlamak herhalde mümkün değildir. Dün Meral Tamer Milliyet’te bir başka yönünü daha şöyle hatırlatmıştı Mübeccel Kıray’ın:
- Soğuk Savaş'ın ilk yıllarından itibaren "komünist" olduğu gerekçesiyle takibe alındı, 1951'deki TKP Tevkifatı’nda tutuklanarak 22 ay hapis yattı. Daha fazla ayrıntı arıyorsanız, profesör olan 4 öğrencisinin Mübeccel Hanım'la yaptığı söyleşilerden oluşan "Hayatımda Hiç Arkaya Bakmadım" adlı kitabı öneriyorum.
NOT- Aynı serüveni yaşamış sosyolog-siyasetçi Behice Boran da, ölümünün 20’nci yıldönümünde 17-18 Kasım’daki panellerle anılacak.
Paylaş