Paylaş
Ama yükselmek için eyleme geçtiğiniz zaman başınız bir cam tavana çarpar.
Anlarsınız ki yukarı kattakiler “politokratik” bir oligarşinin üyeleridir.
O sınıfa kabul edilmek göründüğü kadar kolay değildir.
Amerikan tarzı yaşamın karşıtı olan toplumlarda ise, cam tavan yerine doğrudan “duvar”lar vardır.
Sistem açık seçik o duvarların arkasına geçmeyi yasaklar.
Bir oligarşi o duvarın arkasında ülkeyi, kaynaklarını ve toplumu idare eder.
Bol bol “halkın egemenliği” konulu nutuklar atılır, “demokrasi”yi kutsayan açıklamalar yapılır.
Hukukun üstünlüğü mü?
Ama “duvar”ın arkasına ancak oligarşinin onayladığı kişiler geçebilir.
“Hukukun üstünlüğü” yerine “üstünlerin hukuku” geçerlidir bu tür sistemlerde.
Yaşadığımız dönemde bu farklı modellerin her türünün yükselişlerini de çöküşlerini de gördük.
Amerikan enerji devi Enron’un tepesindeki oligarşinin üzerinde durduğu cam tavan kırıldı. Berin Duvarı ise, milyonlarca Alman tarafından kazma kürek yıkıldı.
Bütün bunları bazen canlı yayınlardan izleyen bizler, acaba kendimize dönük dersler aldık mı?
Eski deyişle hafıza-i beşerin nisyan ile malul olduğuna inanırdık mesela.
Yani “insanlık unutkandır” derdik. Bu yüzden de tarihin kendini tekrarladığını düşünürdük.
Oysa artık kozmik bir bellek var elimizin altında. Dijital dünyada hiçbir şey unutulmuyor. “Google” benzeri arama motorları, insanlığın hafızasını sonsuza kadar genişletti.
Dön baba dönelim
Bütün mesele, geçmişte yaşanılanları bilmek ve artık eskisinden farklı söylemleri seslendirebilmektir.
1950’de Demokrat Parti iktidara geldiğinde Tevfik İleri de Milli Eğitim Bakanı olmuştu. Nurullah Ataç o günlerde şu tekerleme ile tepkisini seslendirirdi CHP’li ortamlarda:
- İleri ileri… Atatürk yolundan sola çark geri!
Şimdi yıl 2007… 1950’den 67 yıl sonra da, mevcut iktidara hala aynı yaklaşımla tepkimizi gösteriyorsak, bu işte bir yanlışlık yok mudur?
Veya “Kürt realitesi”ni de “din gerçeği”ni de görmezden gelip, 21’inci yüzyılda “bölücü terör” ve “türban krizleri” arasında dalgalanıp duruyorsak, bundan sonra farklı düşünmemiz gerektiği ortada değil midir?
Üniversiteleri önce lise düzenine soktuk. Şimdi yeni YÖK Başkanı “üniversite özgür olmalı” deyince hemen “işte türbanı serbest bırakacak” diye kazan kaldırıyorsak, bu toplumsal psikolojimizdeki bozukluğun kanıtı değil midir?
Tehlikeler sıralaması
Bir karar verebilsek…
PKK’yı mı yoksa AK Parti iktidarını mı daha tehlikeli buluyor bazılarımız?
Çağdaş demokratik dünyada seçim kazandığı için suçlanan ve aşağılanan başka bir iktidar var mıdır?
Türkiye’de çok partili demokrasi ile cam duvarlar kırıldı, duvarlar yıkıldı.
Ama bazıları hala bu gerçeğin farkında değil.
Onlar için Brecht’in faşizme dönük “Bu halk bu demokrasiye layık değil. Bu halkı feshedelim” iğnesi, bugünün Türkiye’si için “siyasi çözüm” formülü olarak kabul edilmiyor mu?
Anayasa gibi CHP de yeniden yapılanmalıdır...
Yeni bir anayasa ile insan merkezli yeni bir demokratik hukuk düzenine geçmek amaçlanıyor. Ancak bu düzenin sağlıklı olabilmesi için, siyasi partiler ve seçim hukukunun da yenilenmesi şart. Parti içi demokrasi olmadan ve yüzde 10 barajı ile temsil topallarken, anayasa yenilense de sistem aksar.
Bu arada CHP’nin de bütün bu çalışmaları beklemeden kendini yeniden yapılandırması gerekiyor.
Çünkü CHP muhalefet olmak ihtimaline göre yapılandırılmamış. Bu partinin sözcüleri parti yönetiminde bulunmalarını, ülkede iktidar olmaları ile karıştırıyorlar. Bu nedenle sürekli 1930’lardaki tek parti iktidarının söylemlerini bugüne taşıyorlar.
Sonuçta sosyal demokratlar muhalefet olmak yerine “3’üncü dünyacı” marjinal söylemlerin sahibi oluyorlar.
Bu tablo CHP’yi “sürekli muhalefet” olmaya mahkum etmekle kalmıyor. Türk demokrasisinin “ana muhalefet”i, toplumda hiç etkisi olmayan bir “rejim muhafızı” konumuna itiliyor. İktidar da alternatifsiz olduğunu gördükçe, rahatça hatalar yapabiliyor.
Paylaş