Paylaş
Yönetim sanatının en zor yanı, birlikte yaşamaya mahkum olduğunuz insanları, kurumları ve yabancı devletleri iyi ve kötü yanlarını bilerek değerlendirmektir.
Yönetim kuramcısı Drucker, bir yöneticinin birlikte çalıştığı insanlardan azami ölçüde yararlanabilmesi için, o insanları iyi tahlil etmesi gerektiğini söyler.
Örneğin bir çalışan çok düzenlidir ama hiç yaratıcı değildir. Bir diğer çalışan ise çok düzensizdir ama müthiş yaratıcıdır.
Eğer siz yönetici olarak düzenli olanı yaratıcı olmadığı için, yaratıcı olanı da düzenli olmadığı için eleştirirseniz, ikisinden de yararlanamazsınız. Buna karşı bu iki çalışanın ağır basan niteliklerini ön plana çıkartıp, bunları hedefinize ulaşmak için kullanırsanız, ikisinden de azami ölçüde yararlanırsınız.
Türkiye ve Amerika
Yabancı devletlerle ve özellikle süper devletlerle ilişkilerde de buna benzer değerlendirmeler yapılabilir.
Cumhurbaşkanı Gül’ün ABD Başkanı Bush’u ziyareti dolayısıyla, Türk-Amerikan ilişkileri, özellikle bizim kamuoyu oluşturan düşünce odaklarımızda yeniden enine boyuna irdelenmeye başladı.
Bilelim ki iki ülkenin çıkarlarının tüm alanlarda izdüşümünde bulunmaları mümkün değildir. Bu durum sadece Türkiye-Amerika ilişkileri için değil, Türkiye-Rusya, Türkiye-İran veya Türkiye-Yunanistan ilişkileri için de geçerlidir.
Ortak çıkarlar
Usta devlet yöneticileri, yabancı devletlerle kendi ülkeleri arasındaki ortak çıkarları ön plana çıkartabildikleri ve düşmanlık yerine dostluk ve dayanışma üretebildikleri oranda, başarılı olurlar.
Bu açıdan bakınca ABD gibi bir süper gücün çıkarları ile Türkiye’nin çıkarlarının sayısız alanlarda aynı olmadığı görülür. En somut örnek Irak’taki Kürt yönetimine karşı iki ülkenin farklı yaklaşımlarından verilemez mi mesela?
Neticede Türkiye’nin stratejik hedefi “ülke bütünlüğü”nü korumak, ABD’nin stratejik hedefi ise hem dünyaya hem de enerji kaynaklarına egemen olmaktır.
Farklı hedefler
Eğer bu noktada ABD’yi Kuzey Irak’ta üslenen bölücü PKK terörüne karşı verilen mücadelede yanınıza almışsanız, bu bir başarıdır. Ama bunun yanında ABD’nin Kuzey Irak’taki Kürt yönetimine karşı da cephe almasını beklerseniz, bu mümkün olmaz. Çünkü bu ABD’nin Irak politikasının temel bir ayağının çökmesi anlamına gelir.
Bu gibi durumlarda kamuoyuna dönük yorum üreten ama sırtında ülke sorumluluğu bulunmayanlar için “zaten her kötülüğün kaynağı Amerika’dır” tekerlemesini seslendirmek, en kolay yoldur.
İşin en garip yanı Türkiye’de laikliğin tehlikede olduğunu ileri sürenlerin anti-Amerikan söylemleri ile Amerika’nın İslam’ın tehdidi olduğunu ileri sürüp terör eylemlerine geçen El Kaide’nin anti-Amerikan söylemleri arasındaki fark da, bu süreçte hiç dikkate alınmamaktadır.
Hukuk herkese lazımdır
Bir başka deyişle anti-Amerikan söylemlerin sahipleri bu ülkeyi uluslararası hukukun kurallarına davet ederken, anti-Amerikanizmi bir terörist ideolojinin dayanağı haline getirenlerin hukuku yok saymalarını da görmezden gelmemelidir.
Şu anda Türkiye’yi yönetenler, Türk-Amerikan ilişkilerinde ortak çıkarları ön plana çıkartabildikleri için başarılılar.
Buna karşı “Amerikan uydusu olduk” veya “bağımsızlığımızı yitirdik” şeklinde eleştiriler seslendirenler ise, Türk-Amerikan ittifakının 1947’de Truman Doktrini ile başladığını ve 1952’de NATO’ya girişimizle kemikleştiğini, mutlaka hatırlamalılar.
Bir de Amerika’nın Roma ya da Osmanlı gibi çöküp dağılmasını bekleyenler hiç unutmamalı ki, dünyanın çeşitli coğrafyalarında Amerika yenildiği zaman Türkiye galip gelmiyor.
Cumhuriyet döneminde “dindarlara baskı yapıldı mı yapılmadı mı” tartışması üzerinde çeşitlemeler yapmak da yeni modalarımızdan biri.
Birincisi, kendiniz hiç dindar olmadığınız halde sürekli “dindarlar” vurgusunu yaparsanız, dindarlar ile “siyasal İslam” birbirine karışır ve bu arada siz “kafasını dine takmış” damgasını yersiniz.
İkincisi geçmiş dönemde ve özellikle “tek parti” yıllarında sade siyasal İslam’a değil, sosyalistliğe de, liberalliğe de ve resmi ideoloji dışındaki bütün akımlara ve olgulara da baskı yapıldı. Bu arada Varlık Vergisi ile Yahudilere, 6-7 Eylül 1955 pogromu ve 1964 zorunlu göçü ile Rumlara da baskı yapılmadı mı?
Paylaş