Paylaş
Ülkemizin en sık tekrarlanan, en büyük yalanlarından bazıları, “Adaletin şefkatli kollarına kendimizi teslim etmemiz” gerektiği sloganıdır...” Polise güvenin, o sizi kanatları altında korur” de bir başka klişedir...Hele bir de “ Yargı mutlaka doğruyu bulur ve kimin haklı, kimin haksız olduğunu saptar” var ki, harikadır...
Ergenekon çerçevesinde yaşanan olaylar, bütün bu sloganların tamamen yanlış olduğunu gösterdi. Aslında gerçeği bilenler, zaten bu klişelere hiç inanmazlardı. Hiç değişmeyeceğini bildiklerinden dolayı da, bu tip muameleleri normal karşılarlar.
Diğer bir bölüm daha var ki, onlar , zanlılara kötü ve hoyratça muamele edilmesinden hiç rahatsız olmaz. Aksine ,karakollarda dayak atılmasını savunurlar. Bir sanığın, hatta bir katilin debazı hakları olduğuna inanmazlar.
Ben toplumun, polis ve yargıya işi düşmemiş bölümündeki hayret dolu tepkilere değinmek istiyorum. Onlara “saflar kesimi” de diyebilirsiniz. Polise şikayete veya sorgulanmaya hiç gitmemiş, karakola uğramamış, savcıların önünden geçmemiş, mahkemeye hayatından uğramamış olan çoğunluktan söz ediyorum.
Normal olarak davet edildiği taktirde ifade vermeye gelebilecek olan kişilerin dahi, sabaha karşı evlerine baskınlar...Saatlerce ev ve bürolarındaki araştırma sırasında özel hayatlarıyla ilgili bilgilerin alınıp götürülmesi...Telefonlarının dinlenmesi.Özel hayatların iğfal edilmesi...TV kameralarının yeterince görüntü alabilmelerini sağlamak ister gibi, evlerinden adeta sürüklenerek götürülmeler veya soruşturmaya giriş çıkışların afişe edilmesi...Başına bastırarak arabalara tıkmaları...İlgisiz bilgilerin basına sızdırılması ...Sonunda suçsuz oldukları kesinleşse bile, insanların daha ilk anda suçlu oldukları damgasını yemelerini sağlayan bir mekanizma...
Dava süreci ise, daha içler acısı.
Dosyalardaki muğlak suçlamalar...Delil olup olmadığı bilinmeyen veriler...Vs...vs...
Saflar kesimi yaşananları dehşet içinde izliyorlar.
Ben de “Olur mu kardeşim, suçu kesinleşmemiş insanlara böyle muamele edilir mi ? Hakkında suçlama yapılmadan insanlar aylarca gözaltında tutulur mu ? Böyle iddianame olur mu?” diyenleri ilgiyle izliyorum.
Yaşananların hiç sıra dışı olmadığını bilmiyorlar. Oysa, gazetelerin birinci sayfalarında gördüklerinizin hepsi yıllardır bu ülke insanının çektiği bir eziyeti yansıtıyor.
Yargı rezaletini ortaya koyuyor.
Tanınmış isimlerin başına geldiğinden dolayı şimdi geniş kesimlerin dikkatini çeken bu İnsan Haklarına aykırı uygulamalar, Türk adaletinin doğal işleyişinden başka birşey değildir. Hatta, bu uygulamalar VIP, yani tanınmış isimlere yönelik olduğundan dolayı çok daha nezaket içinde ve daha dikkatli gerçekleştiriliyor.
Bir de normal vatandaş olun da görün...
Aman Allah...
Gözaltına alınıp hayatınızın sönmesi işten bile değildir. Haklı olsanız dahi, derdinizi anlatana kadar yok olup gidersiniz.
Hiç bunlar yetmiyormuş gibi, bir de hakaret işitir, dayak yersiniz.
Türk emniyet ve adalet sisteminin ne kadar düzelmeye ihtiyacı olduğu apaçık ortadadır.
Ne gerçek bir adaletten söz edilebilir, ne de “ adaletin şefkatli ellerinden.”
Canını kurtarmak, masum iken lekelenmeden bir davayı bitirmek veya kötü , aşağılayıcı muamele görmeden emniyetin elinden kurtulmak ya bir mucize veya büyük bir şanstır.
Avrupa Birliği “ Adalet reformu şarttır” diye boş yere tepinmiyor.
Savcıların, rüzgar nereden eserse oraya göre davranıp, önlerine gelen her dosyayı “Yargıç reddetsin” diye mahkemeye sevketmelerinin önüne geçilmediği, iyice inceleme yapmadan mahkeme kapısını çalmalarının önüne geçilmeden, savcılara sağlıklı bir çalışma zemini ve maddi olanaklar sağlanmadan, yargı sistemi baştan aşağı elden geçirilmeden, polise insan ile ilişkilerin ne olduğunu anlatılmadan, bu işin yönü değişmez.
İnsanımızı hor gördüğümüz sürece, bu ülkede yargı ve polise güven duyamayız. Önce, hem polisimizin, hem de yargımızın, İnsana önem vermesini sağlamamız gerekir.
Bunu yapamayacaksak, boş yere yaşananlara sinirlenmeyelim.
Paylaş