Paylaş
301 konusunda, ben dahil, sürekli şekilde hükümeti eleştiriyoruz. Avrupa’yı bir yana bırakalım, asıl toplumumuzun böyle bir kısıtlamaya layık olmadığını yazıp çiziyor ve değiştirilmesini istiyoruz. Ama bir de madalyonun öteki yüzü var. Yani yargının üzerine düşen yanı. Zira, 301 kadar, 301’in nasıl yorumlandığı da çok önemli.
Dikkat edecek olursanız, sorun bu maddenin yorumlanmasından kaynaklanıyor. Türklüğü aşağılamak ile fikir özgürlüğü çerçevesindeki eleştiri hakkı birbirine karıştırılıyor. Aşağılama ile eleştiri arasındaki çizgi görmezden geliniyor. Bir makale veya kitap, bir konuşma veya bir demeç çıktığında, artık bilinen bir çevre hemen yargıya koşturuyor. Bazı savcılarımız, kimi zaman yeterince incelemeden, kimi zaman da eleştiriyi bir aşağılama olarak görüp suç unsuru buluyor ve dava açıyor. Bazıları da, sırf sorumluluk üstlerinde kalmasın diye, başvuruyu otomatik şekilde mahkemeye yolluyor.
Kıyametler kopuyor.
Basit bir eleştirinin dahi mahkemeye yollanması kamuoyunda tepki topluyor. Bu tepkiyi gören yabancılar da, hemen damgayı vuruyorlar: Türkiye’de fikir özgürlüğü yok!
Ardından upuzun bir mahkeme süreci başlıyor. Her duruşma, Avrupa karşıtları tarafından kullanılıyor. O zaman da karşı tepkiler artıyor.
Bizler, bu karmaşayı düzeltmediği veya düzeltemediğinden dolayı, hükümeti suçluyoruz. Ardından da, Avrupa’dan eleştiriler geliyor. Böylece bir kısır döngü başlıyor.
Medya daha çok tanınmış isimlerin davalarına dikkat ediyor. Bu arada nice tanınmamış kişi mahkumiyet alıyor. Aynen dün çıkan karardan da anlaşılacağı gibi.
Dünyanın gözü, ama en çok da Avrupa’nın gözü bu davanın üzerindeydi. Yargı mekanizması o “ince ayar”ı yaptı, dava daha ilk duruşmada beraatle bitti. Tabi Yargıtay yolu açık. Yine de aşağılama ile fikir özgürlüğü çerçevesindeki eleştiri arasındaki çizgi, en azından bu olayda çizilmiş oldu. Ancak daha başkaları var. Onlar ne olacak?
301 olduğu sürece, hep yargı mekanizmasının ince ayarı gerekecek.İşte bu kısır döngüden kurtulmak için, 301’de hükümetin bir ince ayarı gerekli görülüyor.
* * *
YUNANİSTAN İLK ADIMI ATTI
Gazetelerde okumuşsunuzdur.
Araştırmacı Herkül Milas’ın ilginç bir açıklaması vardı.
Yunan eğitim kitaplarında Türkler’i küçük düşüren bölümler değiştirilmiş. Eskiye oranla daha dengeli, daha ölçülü bir dil kullanılmaya başlanmış. Bazı tarihi gerçekler düzeltilmiş. Yunanlı gençleri bir Türk düşmanı olarak yetiştiren eski yaklaşım bırakılmaya başlanmış.
Herkül Milas, Türk-Yunan ilişkilerinin, karşılıklı eğitim kitaplarındaki yanlışların düzeltilmesinden sonra düzelebileceğini iddia eden ve bu konuda son derece önemli eserleri bulunan bir kişidir. Bulgularına güvenilir.
Örneğin, Osmanlılar döneminde Yunanlılar’ın dillerini ve kimliklerini koruma hakkına sahip oldukları anlatılmaya, barbar Türk diye gösterilen Yeniçeriler’in gerçek hikayeleri öğretilmeye ve İstanbul’un fethi tarihi gerçeklere daha yakın şekilde işlenmeye başlamış.
Bir başka örnek olarak, bu değişim hareketinin başlamasına Atina Başpiskoposu’nun tepkisi gösteriliyor. Başpiskopos yeni yayınları “yeterince milli ve dini “ bulmamış.
Yunan eğitim kitaplarında değiştirilmesi ve düzeltilmesi gereken daha çok şey vardır mutlaka. Ancak bu kadarı dahi, yine de olumlu yönde atılmış bir adımdır. Kim ne derse desin, eğer bugünün dünyasında barış içinde yaşayacaksak, artık eski bağnazlıklardan kurtulmamız gerekir. Aksi halde, gelecek kuşakları barıştıramayız.
Bu adımlar da ancak, karşılıklı atılırsa bir işe yarar.
* * *
CHP, GERÇEKTEN AB’YE SIRT MI DÖNÜYOR?
Ben CHP lideri Deniz Baykal’ın son grup toplantısında AB uyum yasalarıyla ilgili olarak söylediklerini tam anlayamadım. Konuşmayı dinleyemediğimden ve tam metnini de biryerde bulamadığımdan dolayı, işin içinden çıkamadım.
Medya’daki özetlerden edindiğim izlenim, CHP’nin AB uyum yasalarına bundan sonra destek vermeyeceği şeklinde.
Bilmiyorum, yanlış mı algıladım?
CHP böyle bir tutumu, AKP’ye muhalefet için mi, yoksa Avrupa Birliği’ne karşı çıkma kararı aldığından dolayı mı benimsiyor, anlaşılmıyor.
Ben yine de CHP’nin temel politikasının AB’den yana olduğuna inanmak istiyorum. Zira Atatürk’ün kurduğu bir partinin, kurucusu İnönü’nün 1963’te başlattığı bir politikaya sırt çevirebileceğini sanmıyorum.
İnanmak istemiyorum.
Zira CHP’yi, Türkiye’yi ilerde AB’ye sokacak parti olarak görüyorum. Bu ülkeyi 1’inci lige çıkaracak, Türkiye’nin demokratik ve laik sistemini, ”askeri göreve çağırarak değil“ aksine AB ile ilişkileri tam üyelikle pekiştirerek korunabileceğine inanmış kişilerin partisi diye niteliyorum.
Ne dersiniz, yanılıyor muyum?
Hayır, hayır…Yanılmak istemiyorum.
Herhalde Baykal’ı iyi anlayamamışımdır.
Paylaş